Wednesday, April 17, 2013

İSLAM BAYRAĞI, SAVAŞIN, KAN DÖKMENİN, GENİŞ KİTLELERİ SÖMÜRÜP EZMENİN BAYRAĞIDIR.


Ortadoğu'dan Kafkas ve Balkan' lara, Afrika'dan Filipin'lere kadar, 1400 yıldan beri dökülen mazlumların kanı bu bayrak altında akıyor! Şimdi Suriye ve Irak'ta islam bayrağı altında süren mezhep savaşları, Mısır, yemen,  Pakistan, Sudan, Afganistan ve Libya'daki mezhep ve islamist aşiretlerin birbirlerini yemeleri ortada duruyorken, Türkiye' de de bu bayrağı geniş kitlelere dayatmak, milyonların gözleri önüne bu kör edici perdeyi yeniden çekmeye çalışmak ne anlama geliyor?
''İslam bayrağı altında birleşelim'' sloganı Ortadoğuyu saran kanlı mezhep çatışmalarının, iç savaşların Türkiye'ye taşınması için bir çağrıdır. Irak'taki Şii Sunni, Suriyedeki Sunni Alevi mezhep çatışmalarının hepsi bu kanlı bayrak altında yapılıyor.
Bu bayrak altında sorun çözme değil, cahil kalmış kitleleri kandırarak amaçlarına ulaşmak isteyen  “meleler” in  planları sözkonusudur…AKP ve onların kontrol ettikleri sözde PKK yöneticilerinin, Irkçı-milliyetçilerin dillerinden düşürmedikleri “Vatan-Millet-Sakarya” nutuklarından pek farklı görünmüyor bu İslam Bayrakçılığı. Ortadoğu’daki yeni doğuştan söz edip Osmanlıcılığa sarılan şafi-sunni tayfaları bölgenin mazlum halklarını, aynı bayrakla asıp kesen yeni türden bir Hamidiye alayı örneğine sarılıyorlar.
AKP rejimi altında Türk olmayan, Müslüman olmayan aydınlara ve başka dinlerden olanlara karşı işlenen cinayetlerin hasır altı edilmesine göz yumulmaya devam ediliniyor.
Sözde kurtarmaya çalıştığı yoksul Kürt köylüsünü “Türk devletiyle işbirliği yaparak acımasızca katlettiren Öcalan’ın, şimdi aynı halkı ve tüm Türkiye’yi karanlığa sürüklemekte olan bir zihniyetin lideriyle bizzat “işbirliği” yapması gelinen şartlarda görevi gereğidir.
 
Bu işbirliğinin, bu devletin kendi içinde planladığı sahte diplomasinin bölge halklarının çıkarına olacağı,  özgürlük ve demokrasiye ve kalıcı bir barışa hizmet edeceği saçmalığı, Kürtleri sindirmeyi hedeflemektedir.
Erdoğan’ın, amacına ulaşmak için kurnazca kullandığı “Kürt Açılımı masalı” onu hedefine ulaştırsa da, Kürt halkı için pek bir şey değişmeyecektir.
Hal böyle olunca, devlet terörü ve cinayetler gene gündeme gelecektir. Daha çok acı çekilecek, daha çok gözyaşı dökülecektir. Bu sayede bir kez daha millî kahraman olma fırsatı bulacak olan Tayyip Erdoğan’ın senaryoyu bu doğrultuda yazdığı kesin. Önce umutlandırıp hedefe yürüyecek, düze çıkınca derin hayal kırıklığına uğratıp kışkırtacak ve zaten ezilmiş olan bir halkı daha da ezerek büyük Türk milliyetçiliğine soyunacak.  20. yüzyılda, yani Osmanlı saltanatının son yirmi yılında ve Cumhuriyet döneminde çok sayıda faşist ruhlu ve diktatörlüğü seven asker ve sivil devlet adamı ve politikacıya tanıklık eden Anadolu toprağı, Recep Tayyip Erdoğan gibi riyakâr, üçkâğıtçı, entrikacı, despotik ruhlu, karanlık kafalı ve söylediği yalanı inandırıcı kılmak için gözyaşı döken birini görmedi… 
Sözde demokratik, sivil anayasa girişimi yozlaştırılıp türban, cami ve yeşilciler ordusu kurma özgürlüğüne indirgendi. AKP, İçerde ve dışarda onca fırtına koparan, düşünce özgürlüğünün önünde bir dikene dönüşmüş yasaları kaldırmaya yanaşmadığı gibi, muhalafet edenlere karşı mücadelede öncüllerinin yaptıklarından geri kalmıyor.
Tesettür (türban-çarşaf-burka taşıma), her tarafa camiler kurma, Ramazan orucu tutma, Sünni-Hanefi mezhebini yayma ve karanlık zihniyeti kabullenme özgürlüğü dışındaki tüm özgürlükleri, yani düşünce ve vicdan özgürlüğü başta olmak üzere tüm evrensel insan haklarını ayaklar altına alan ve seküler demokrasiyi yok etmeye çalışan bir siyasi lider ve temsil ettiği zihniyetin böyle bir samimiyet ve dürüstlüğü göstermesi mümkün değildir.
 
Ve sonunda dönülüp bakıldığında, az gidilmiş uz gidilmiş ve oluk oluk kan akıtılmış, batman batman gözyaşı dökülmüş ve derin acılar çekilmiş olmasına rağmen bir arpa boyu dahi yol alınamadığı görülecektir. Yalnızca tellakların değiştiği eski hamamda gene eski taslar kullanılacaktır. Bu sorunun çözümünün önündeki en büyük engel Tayyip Erdoğan ve AKP’nin temsil ettiği Ortaçağ zihniyetidir. Kendini Sünni İslam’ın en büyük mücahidi ve misyoneri sayan ve teokratik faşizmin başkanı yani tek adamı olma amacına ulaşmak için bir yandan Türk-İslam Sentezi’ne sarılan, bir yandan da Ortadoğu’da kafirlerinin sopasını severek ve gururla taşıyan Tayyip Bey’in Kürt sorununu gerçekten çözmek istediğini düşünmek naifliktir.
 
Dini pazara çıkaran ve bu yüzdendir ki, düşünce ve vicdan özgürlüğüne karşı olan, evrensel insan haklarını ayaklar altına alan, kadını çarşafa sokup kafes ardına kapatmayı dindarlığın ölçütü sayan ve vebadan korkarcasına özgürlük ve demokrasiden korkan bir zihniyet ve onun liderinin, insan olmayı ölçüt alan bir eşitlik temeli üstünde kurulacak kalıcı bir barıştan yana olması asla mümkün değildir, çünkü bu eşyanın tabiatına aykırıdır…
Fazıl Say, Twitter'da Ömer Hayyam'a ait dizeleri paylaştığı için "dini değerleri aşağılamak" suçlamasıyla yargılanırken, "saçma sapan mahkeme" dediği için hakkında yeni bir dava daha açıldı: Fazıl Say'ın şöyle dedi:
Hakkımda ikinci bir soruşturma daha açıldı.“Saçma sapan mahkeme” dediğim için 3 yıl.“İt-kopuk” dediğim için 2 yıl. Toplam 5 yıl. Hakkımda açılan ilk dava ise Şubat ayında devam edecek. “Dini değerleri aşağılamak” (!) suçu. Onunla beraber altı buçuk yıl.....''

Nobel ödülü kazananlarla övünme yerine, yas tutmayı yeğleyen böylesine kültürsüz bir rejim dünyada görülmemiştir. Orhan Pamuk'un kazandığı uluslararası nobel ödülü ile övünmek yerine, Çamlıca tepesine dikilecek beton yığını ile şartlandırılacak yığınlarla ortaçağ karanlığını arayan rejimin demokratlığına kim inanır?
Bu anlayışla ne demokrasi kazanılır, ne Kürt sorunu çözülebilinir. Mesele bu ülkede geçerli sistemin demokrasi değil, ırkçı dinci totaliter bir sistem olduğunu görüp itiraf etmemek mümkün değildir. Nobel ödülü kazanan yazarın Türk Müslüman olmadığı propoganda edildikten sonra, iş TC nin milli mafyasına havale ediliyor. Özel harpçilerin tehditleri karşısında can güvenliğini kaybedenler her zamanki gibi kurtuluşu Türkiye'den kaçmakta buluyorlar. Paşa Erdoğan istemediğini ayak üstü ekarte edip ve beğendiğini de saat hesabı ile istediği yere getiriyor. Böyle bir operasyon gücü sadece malum askeri cuntalarda görüldü.

Eğer demokrasi kazanılacaksa önce bu sistemin kökü olan anayasanın değişmesi gerekir. Kürtlerle alınıp verilecek bütün şeyler, demokratik hukuk çerçevesinde resmi komisyonların plan ve projeleri ile, dürüst yollarla, karşılıklı imzalı belgelerle sağlanmalıdır...Aşiret tarikat cemaat kafası ile Kürtler'i imzasız, belgesiz karanlık maceralara sürükleyen AKP’nin böyle bir derdi yok. İki Mafya reisinin işgüzarlığını anımsatan şimdiki yabanilikle, bölge halkı ile alay edildiği, Kürtlerin normal birer insan yerine bile konulmayarak, yeryüzünde bütün toplumlar için geçerli yöntem ve metotların onlara fazla görüldüğü, zaman kazanılarak bölgede bellirli politik hedeflere varılmak istendiği ispatlanıyor. Amaç, yine herzamanki gibi Kürtler'in birleşmelerini engellemek ve Suriye Kürtlerini kontrol altına alarak petrol alanlarına yayılmaktır. Kürtler'e otonomi vaya başka türden bir statü verilecekse, AKP, hükümet olarak önce, Kürtlerin normal insanlar olduğunu belirten yasalar çıkarmalı, köy koruyucularını ve diğer terör örgütlerini fesh etmelidir. Kürtler'i  iç- dış düşman diye lanse eden devlet doktirini açıkça terkedilerek, Tarih kitapları yeniden yazılmalı ve bu coğrafyanın bütün eski adları serbest bırakılmalıdır. 
 

Kürtler Lozan'dan daha ileri gitmiyor!
 

Lozan antlaşması ile adları bile yasaklanan Kürtler'e yamanan ve şimdilerde ''İslam bayrağı altında birleşelim'' diye fetva veren A. Öcalan'ı Kürtlerin tek lideri diye lanse eden AKP rejimi, onları din ticareti yoluyla hakimiyet altında tutmayı esas alıyor. Abdülhamit'in Hamidiye alaylarına benzer bir örgütlemeyi kabul eden PKK´nin Türk istihbaratı tarafindan yönetildigi de artık kör gözlerden kaçmıyor. 1908-1909’dan sonra Abdülhamit tahtı kaybedince, adına kurduğu “Hamidiye Alayları”, Süvari Birlikleri’ne çevrildi. 1915 Ermeni soykırımında bu süvari birliklerinin bir kısmı çok çirkin bir şekilde kullanıldı ve sonrasında ise resmi Kemalist orduya katıldılar. Koçgiri, Palu- Genç, Dersim, Piran, Zilan vs. katliamları Ermeni, Süryani, Pontus soykırımlarından ayrı olarak ele almak yanlış olur. Bu anlamda şimdiki devletin şekillenişini, Osmanlı ve TC’nin Kürtlere karşı izlediği politikada Hamidiye Alayları olayını kavramak, şimdi içine girilen ihanet sürecini anlamakta önem kazanmaktadır.

Kürtler 1919 larda içine düştükleri ihanetin tekrarını yaşama tehlikesi ile karşı karşıyalar!

M. Kemal, o dönemde Kürtler'i kendi safına çekebilmek için İslam temasını kullanmıştı, ''bütün Müslümanların birliği, Osmanlı halifeliğinin kafirlere karşı korunması'', taktiği tutmuş ve Kürtler kandırılarak tarihlerindeki en büyük tuzağa düşürülmüşlerdi. Savaş kazanıldıktan sonra devam eden jenosit uygulamaları, ad,dil ve kültürlerinin tümden yasaklanması ise dünyanın ender bir kara lekesi olarak karşımızda durmaya devam ediyor.
''İslam bayrağı altında birleşelim'' diye hortlayan PKK şefi, varlığı inkar edilen, jenosit politikaları canlı ve uzun sürece yayılan, asimilasyon gibi insanlık suçu ile eritilmek istenen bir halka, “sınıf ideolojisi”, bu tutmayınca, bu defa da İslami din aidiyeti diyerek Kürtleri zafiyete uğratmaya çalışıyor.

40 000 civarında Kürdü öldürttüp, milyonlarcasını Batı metropollerine sürerek, 4 000 civarında yerleşim birimini haritadan silip, akabinde sindirilmiş bu topluma, ''çözüm'' adı altında esirlik durumunu sürüdürmeyi dayatmak, Kürtler açısından utanç vericidir. Hamidiye alayları bölge coğrafyasında gelmiş geçmiş en zalim güçlerden biridir. Ermeni, Alevi, Pontus, Suryani ve diğer azınlıkların haritadan silinmesi için başlatılan sürecin ilk figüranlarıdırlar. Sunni - Şafi  Türk - Kürt sentezi temelinde, Sultan'a bağlı kurulan bu alaylar son dönemlerinde dünyanın en gaddar soykırımlarına da imzalarını atmaktan geri kalmadılar.

Hamaset siyasetinde başarılı olan Türk Sunni liderleri şimdiye kadar savaşsız bir şekilde “zaferler”ini kutladılar. Bu coğrafyanın hakiki yerlileri olan mazlum halkların başarıyla yokedilmesi, aynı türden politikaların şimdilerde yeniden tekrarlanmasını beraberinde getiriyor.

PKK' yi bölgede polis gücü yapmayı öngören bu türden Hamidiye alayları benzeri, Erdoğan alaylarını kurmayı hedefleyen sürecin Kürtler'in hakları ile bir alakası yoktur. Hamidiye alayları zamanında Kürtler bir şey kazanmadı, tarihsel olarak sadece kaybettiler: ticaret yaptıkları, beraber çalıştıkları ve kendilerine kendi adları seslenen komşularını da kaybettiler, dillerini kültürlerini kaybettiler. Lozan ile birer mezarlığa çevrilen bu alanda, eski Hamidiye aşiret reislerinin yerine, modernize edilmiş, ''R. T. Erdoğan'ın başkanlık sistemini kabule hazırız'', diyerek Kürtler adına konuşturulan Öcalan kliğinin önderliğinde hareket edecek Erdoğan alaylarının kuruluşuna yönelme süreci, Kürtler'e Lozan'da dayatılan yok olmak sürecinin devamını öngörmektedir.

Bu süreçte ortaya çıkan toplumsal etkiler, Türkiye'nin üzerine kurulduğu temelleri sağlamaya yöneliktir. Bu etkinin Kürt Sorununu çözeceğini sananlar yanılıyor. Çağdışı bir kültür ve mentalite ile bu sorun çözülemez. Bu etki ve adaletsizlikle kurulan siyasi ortaklıklar da muhtemelen tutmayacaktır.

Yeni türden Hamidiye alayları istemiyoruz.
Çamlıca'ya ve Taksim'e cami istemiyoruz!

İmza için buraya klikleyiniz
https://www.change.org/petitions/%C3%A7aml%C4%B1ca-tepesi-ne-30mart-ta-kazma-vurman%C4%B1za-r%C4%B1zam%C4%B1z-yok-bu-sizi-ilgilendirmiyor-mu-camlica?utm_campaign=autopublish&utm_medium=facebook&utm_source=share_petition

Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey


Esin Duran,
Selda Suner,
N. Gök,
Bedri Engin,
Sevda Suner
Sezer Aşkın,
Salih Demir
A. Demir
Melahat Baykara,
Uğur Demir
Ismail B. Cenk,
Tekin Balkic
Selma Altuntaş,
Filiz Serin,
Nedim Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman Bahar
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
Aynur Balkaya
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Murat Çetindal
Ali OkyarMusa Tekin
Aslı Birdal
Nazmi Doğan
İnci Gür
L. Okar
Mustafa Karkaya
Omer Aytac
Mürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız
Murat Nidar
şemsi Kaya
Ayten Ekşi,
Eda leman
nermin ışıl
D. Polat
Kadir Erdem
Serdar OKTAY
Mehmet Özdemir
Mustafa Erkan
Nuri AKTAS
Emine AKTAS
O. Kadir Ergun
Metin Kurca
Sedat Isiklar
Filiz Bag
Kadir Baskale
Sevim Varlik
Hasan Mesut Akkaya
Necmi Guler
Erhan Isguz
Meral Okur
Bilge Okyaz.
Kemal Koç
L. Mirakoğlu
Oktay Kızılcık
Mehmet Yavuzgil
Erdal Polat
Hüsnü oktay
Ahmet tekin.
Semra Kaya
Mustafa Çiçek
Kayhan Göçkaya
Erdal Solgun
Mehmet Solgun
Esra Solgun
N. Altik
Oguz Karakış
Leyla Mert
Işık mert
D. Öksüz
Erdem Yılmaz
Ayse Eltan
S. Guner
M. Deniz Ok
Mehmet İnce
Huseyin Cinar
Meltem Cinar
Berk Cinar
L. Demirkaya
Huseyin Çilek
Ayten Irmak
D. Okdere
Ali Uskan
Berdan Temiz.
H. Baskale
Murat Gülay
Esra Gülay
Mustafa Akyol
A. jale Kol
M. Kol
Tamer Oktay
Aslan Burukoglu
I. Demir
Nurettin Akdal
Uzan Kara
ismail Igdır

Nuri Şen
Hasan.Y. Balci

Wednesday, April 10, 2013

1915 ERMENİ SOYKIRIMI

1915 ERMENİ SOYKIRIMI


23-24 NİSAN bayram falan değil, 1915 de  Ermeni ulusunun soykırıma uğratılmasının kararının alındığı anları sembollştirmek isteyen vampirlerin kasıtlı bir aksiyonudur.
Ermeni soykırımıyla sadece bir ulusun önemli bir bölümü yok edilmedi. Aynı zamanda, Ermeni halkının yaşadıkları topraklarda yarattıkları bir uygarlık ve tarih, zengin bir kültür yok edildi. 24 Nisan bir uygarlığın ve kültürün harabe edilerek, kaybettirilmek istendiği bir acı bir tarihtir. Bu yıkım tarihi, ayağa dikilmenin, acıları bilince çıkarmanın, anıları uygarlığa yeniden dönüştürmeninde tarihidir. Ölüm ve yaşamın sentezidir.
24 Nisan 2013 soykırımın 98. yılıdır. Elbette tarihi öneminden kaynaklı olarak herkes kendi çıkarları cephesinden konuya bir yaklaşım getirecek, tavır takınacaktır.
İpleri başkalarının ellerinde olan dinci ırkçı yöneticiler geçmişten bu yana inkar ve yalana dayalı bir politika izlemeye devam ediyorlar... Soykırım geçeğinin hiç yaşanmadığı, hatta, tam tersine ’’asıl Türklerin Ermeniler tarafından katledildikleri’’ iddia edilecek kadar tarihi olgular ters yüz edilmeye çalışılmaktadır. Devleti ellerine geçiren Türk İslam tarikatlarının Kürt  sorununda ki taktiksel oyunlı, Ermeni soykırımı meselesine yaklaşımdan farklı gibi görünmesine rağmen özünde aynıdır. Son olarak Suriye ve ırak kürdistan' ın da sıkışıp kalan TC' nin, bazı çaş Kürtlerini kandırarak, '' islam bayrağı altına birleşeleim'' sloganı ile Abdülhamit'in eşkiya sürüsü, Hamidiye alaylarıa benzer bir yapının-  yeni bir biçimde hortlatılması yönündeki çabaları, inkar ve imha etme eksenli resmi düşünüşün ürünü olarak gerçekleri red etme ve çarpıtma eğilimi esasda devam ediyor... Temelde değişen bir şey yok, dünya kamuoyu tarafından çok fazla sıkıştırılınca da, sorunun araştırılması ve incelenmesi için, tarihçilere, BM komisyonlarına konuyu havale etmeyi ezber edinen devşirmeler, bu soykırımı hazırlayıp uygulamaya koyanların arkalarında yazılı bir belge bırakmayacaklarını bilmiyormuş gibi saflık maskesine sarılıyorlar.... Zalimler ve zorbalar arkalarında belge adına kan izleri ve mazlum insanlara ait cesetler bıraktılar sadece....! .
 Çünkü Ermeni jenosidi bir “evrak sahtekarlığı’’ değildir ki, ispatları resmi yazışmalar arasında aranıp da bulunsun! Ya da kriminolojik yöntemlerle belgelerin sahteliği araştırılsın! Jenosid toplumsal bir olaydır. Jenosidin gerçekliği ancak toplumsal–tarihsel bilgilerle olgularla ispatlanır. İnsani vijdanı olmayan bu trajedik acıları kabul etmez elbette. Acı gerçeklerin Osmanlı arşivlerine yansımış olacağını varsaymak resmi görüşün tuzağına düşmek olur.

Soykirimin inkari, sadece kurbanlarin ve onlarin sonraki kusaklarinin onuruna yönelen bir saldiri olmakla sinirli degildir; saldiri bir bütün olarak insanlik onuruna yönelmektedir. Soykirimin taninmasi, insanlik onurumuzun kurtulmasi için bir zorunluluktur.
Tehcir Kanunu" basit bir göçettirme kanunu degildir; Ermenilerin tasviyesi için savas kosullarim firsat bilen Saltanatin planli bir yoketme eylemine hukuksal dayanak olarak hazirlanmistir.  Tehcir"in savasla ilgili geçici bir tedbir olmayip; Ermenileri tümüyle bu
topraklardan koparmayi amaçladigi, Kanunun tümünden açikça anlasilmaktadir. Göçedenlerin "tasinabilir mallarini yanlarinda götürebile­cekleri; veya bunlarin kendilerine sonradan ulastirilabile­cegi; gayri-menkullerinin ise müzayede ile satilarak bedellerinin kendilerine ödenecegi" belirtilmektedir.
Yani, Ermenilerin ayrildiklari yerle tüm iliskileri kesilmektedir. O kosullarda mallarin müzayede ile satilip paralarin kendilerine ödenmesi gibi
bir sans olmadigi; bütün bu gayrimenkullere yerel esraf ve agalar tarafindan el konula- cagi açiktir. Tasinabilir zenginlikler ise, eger herhangi bicimde saklanabilmisse, goc yollarinda milis vahsetini yurutecek olan bu haydutlar icin ayrilmis bir "bahsis"gibidir. Saklanmis altin ya da ziynet bulacagiz diye kadinlarin gogusleri ve kundaklar paramparca edilir..