Wednesday, January 30, 2013

AKP REJİMİNİN DIŞ POLİTİKASI



Avrupa topluluğuna girmemek için herşeyi yapıp arkasından bizi almıyorlar demek ciddiyetsizliktir. AKP'nin dış poitikası son zamanlarda açıkça İslamizasyona indekslendi. Ortaçağı temsil eden Hacı hocaların, tarikat ve cemaatlerin güç alanlarını, demokrasilerinin verdikleri özgürlükleri kötüye kullanarak, Truva atı rolünü oynayarak Avrupa ülklerinin içine taşımak, Türkiye'de din devleti yaratma yolunda hızla ilerlemek, AB üyeliği sürecine terstir. Birbirine çok zıt tavır ve değerlendirme, aynı toplumda, aynı anda, aynı zamanda nasıl var olabilir? Bu çelişkiler aynı toplumda, aynı anda nasıl yaşıyor olabilir?  AKP, Türkiye’de tek millet, tek dil, tek bayrak, tek vatan, tek devlet derken, “kimse bundan başka bir şey beklemesin” derken bunu tersini uygulayan Avrupa kültürüne saldırmaktan başka hiçbir şey yapmamaktadır. Aynı AKP ortalığı velveleye vererek üyelik için adeta savaş yürütüyor. AKP Militarist bir aygıtı, yeşile boyayarak yola devam diyor!. Bu İslamist yeşil ulus devlet anlayışı ki ‘’tek devlet, tek bayrak tek dil ve tek vatan/toprak ve hatta tek Din/Mezhep’’ Osmanlı bakiyesi üzerinde kurulmuş şekliyle devam edecektir. Bu iki çelişik tutumun aynı anda, aynı yerde, aynı partide birlikte yaşaması Türkiye'de yaşanana hipokrit ortamın çok önemli bir özelliğidir.
 

Nerede ne kadar İslamist varsa açıkça destekleniyor. Hamas gibi aşırı Yahudi düşmanı gurupları politik-ekonomik- askeri ve ideolojik alanlarda desteklemekle Avrupa düşmanı olunur, çünkü Hamas Yahudilerin ortadan kaldırılması politikasından vazgeçmemiştir. AB için ise bu konu birici dereceden hassastır. AKP, Müslüman kardeşleri detekliyor, ama bunların ana hedeflerinden biri gene Yahudi halkını yeryüzünden silmektir. Başka halklara hayat hakkı tanımayan bütün aşırı akımlar şimdi artık AKP şemsiyesi altına girdiler!
Hamas, Suriye örneğinde olduğu gibi AKP'den para ve silah yardımı alıyor, ideolojisi saf dinci değil, politik dinciliktir. Hamas ırkçı Arap milliyetçiliğidir. Müslüman kardeşleri gene öyle! AKP iktidarı açıkça bu türden dincilik maskesi arkasına saklanmış ırkçı İslamistlerin garnizonu olmuş durumdadır...Somali'nin çöl çetelerini, Libya'nın petrol'a indeksli fanatik aşiretlerini, Sudan'da dincilik arkasına gizlenmiş ırkçı Arap milliyetçiliğini ve şimdi de Mali şeriatçılarını desteklemekle, bırakalım AB, hiç bir pakta üye olunamaz. Avrupa Birliği bir Hiristiyan kulübüdür savı hayata uymayan bir savdır. Avrupa'da Hiristiyan dini son derece marjinal hale gelmiştir, kiliseler boştur. Türkiye' başını çektiği politik İslamcılar camileri tıklım tıklım doldururken, papazlar müze halini gelmiş kiliselerde sinek avlamaktadırlar. Yani Avrupa'da din adına örgütlenen ve harekete geçen toplam Müslüman sayısı, dine indeksli toplam Avrupa yerlilerinden daha fazladır. Din'e indeksli bir Avrupa yoktur, aksine şimdiki Avrupa gücünü, rönesans ve dincilerin baskısına karşı direnerek yapılan reformlardan almaktadır. Yani AB' nin şimdiki kimliği din'len değil, aydınlanma ile şekillenmiştir. Şimdi AKP cemaat ve tarikatlarının Avrupa'da yaptıkları ise, bir dinin yerine başka bir dini geçirerek süreci tersine çevirme hareketidir. Türkiye' nin AB üyeliği önündeki en büyük engeli, islamize edilerek kandırılan cahil kitlelerin, Rönesans öncesi baskı ve zulüm durumunu bilinç üstüne çıkararak Avrupa yerli halklarına korku ve şiddet salmalarıdır. Avrupa toplumları demokratik ve sivil düşünen toplumlardır. Türkiye ise bu haliyle, ''tek millet-tek vatan-tek dil ve din" bataklığında olduğundan her alanda zıt düşmesi kaçınılmazdır. Avrupa' nın büyük şehirlerine binlerce cami, kuran kursları, mescitler açarak İslam bayrağını sallamakla AB' ne üye olunamaz. Kaldı ki bunun yüzde doksanından fazlası politik dinciliktir, işgal,talana ve hakimiyete yöneliktir. Türkiye'de medrese benzeri binlerce imam-hatip okulu ve sayısı 37.000'i aşan devlet destekli resmi Kuran kursları var—bu rakama gayri resmi Kuran kursları dahil değildir. Onları da eklerseniz, en az on kez daha büyük bir rakamla karşılaşabilirsiniz. Diyanet İşleri Bakanlığı'nın harcamaları sürekli katlanarak devam ediyor. Şeriatçılar Türkiye'nin 240,000 polisli Emniyet teşkilatını işgal etmeyi de başarmışlardır. Bu sızmanın korkunç etkilerinden biri, Sunnici İslam devletine doğru gidişte gerekli polisiye gücün, gizli servislerin formasyonunu islamize ederek askeri kanadın tam kontrolünü sağlamaktır. Pekçok subay ve komiser emirlerini artık imamlardan alıyor. Hem Türkiye içinde hızlanan islamizasyon, hemde onun en ilkel biçimiyle ihracatı, aslında İslamcılık paktı dışında bütün birlik ve paktların reddi anlamına gelmektedir.
 

R.T. ERDOĞAN SURİYE VE MISIR' DAN SONRA ŞİMDİ DE MALİ ŞERİATÇILARININ YANINDA YER ALDI.
 
Mali'de yaşanan olaylara değinen Erdoğan, "Şu anda niçin Mali'ye saldırıyorlar, Mali dünyada altın rezervinin en yüksek olduğu ülke. Fransa uçakları ile oraya saldırıyor, içerde sıkıntılar yok mu, var. Ama bu işin yolu o olmamalı. Orada altın var diye onlar olursa orada bir yere varamayız. Orada sadece şuanda özgürlük mücadelesi veren insanlar var. Bunlar özgürlük kavramını ifadede kullanıyorlar." şeklinde konuştu. Bu haliyle şeriatçıları kışkırtan bir kafayla, hiristiyan oldukları için bizi aralarına almıyorlar diye bir yüzsüzlüğe bürünmek çifte rollerde oynamaktan başka bir şey değildir.
Türkiye'de iktidarını sağlamlaştıran Erdoğan ilerliyor. Gaze'de Hamas'ın, Somali'de Şeriat Mahkemeleri Birliği'ne bağlı militanların, Libya'da aşırı dinci aşiretlerin, Suriye' de şeriat mahkemelerini şimdiden kurmuş fanatik çetelerin ve Mali'de kafa kol kesen çağ dışı gurupların yanında yer almak artık Türkiye' nin yeni dış politikası olmuş. Şimdilerde öyle görünüyor ki takkiyeci Erdoğan oradaki çeteleri desteklmek için emir vermiş. Herşeyi iki saatte unutmak gibi bir meziyete sahip bakanları ile tanınan bu iktidar her yerde yeni maceralar aramaktadır.
Bugün “Cemaat” diye adlandırılan kurumlar, tek parti döneminde ortaya çıkmışlardır. Nurcular, Süleymancılar, Işıkçılar, Nakşî örgütlenmeler, aydınlanmaya tepki olarak ortaya çıktılar.
Hiç bir İslam ülkesinde ne demokrasi ne insan hakları mevcuttur.İlginç olanda, Bu İslami ülkeleri ki, bazen Müslümanlığı öne çıkarır bazen de çıkarları doğrusunda batı demokrasilerinden söz ederler. Türkler, Araplar ve Farslar dini ulusal kimlik üzerine inşa etmişlerdir.
Müslüman dünyasının yeni lideri olma hevesiyle yeni gaflar işleniyor. Bakanların ellerine kağıt parçası sokularak, ''hakkınızı helal edin, işiniz buraya kadar'', denilerek, Stalin veya Hitler' den daha ileri gidilmesine rağmen bu sözümona bakanlardan en basit bir reaksiyon gelmiyor!? Bu yönüyle Başbakan Tayyip Erdoğan, Bayar, İnönü, Demirel, Ecevit, Erbakan ve Çiller'e ne kadar da benziyor! Artık Tayyip Erdoğan’a göre de “Dün dündür, bugün bugündür”. Köyler yakılıyor, yıkılıyor, temel geçim kaynakları tahrip ediliyor. Aileler, insanlar mağdur ediliyor, yerlerini yurtlarını terk etmek zorumda kalıyorlar. Kadınlar-çocuklar bu devlet teröründen çok büyük zarar görüyorlar. Aynı dönemde bu insanlara karşı “faili meçhul” denen ama artık failinin kim olduğu açıkça bilinen cinayetler de gelişiyor. AKP şimdi tam iktdar oldu ve bunu rejimin ana direkleri olan unsurları devr alarak gerçekleştirdi. AKP şimdi eski despotik devleti yürütebilmek için ne kadar işkenceci katil varsa hepsine sarılıyor. Cuntacılar veya malüm diktatörler bile bu kadar hızlı bakan değiştirememişler. Din iman gücüne dayanan AKP diktası altında çıt çıkmadan herşey orkestra şefinin bir hareketiyle olup bitiveriyor. Erdoğan'ın tekmeyi vurduğu muritlerden çıt çıkmıyorsa, bu sınırsız itaat ve boyun eğmenin temelinde yatan güç nedir?. Milliyetçi ve saldırgan üslûp tüm AKP’lilere hakim olmuş durumda. “Her şeyi biz biliriz” edası AKP’liler için ciddi bir iticilik halini almış. Önceden söylenenler ayrı, şimdi gerçekleşen ayrı. AKP’nin her şeyinin sahtelik içerdiğini artık herkes görüyor.
Erdoğan açıkça Mali'ye karşı savaşan El Kaide'yi destekliyor!..Suriye'de kasapları detekleyen AKP iktidarı, Somali'den sonra daha ileri gitti. Türkiye' de kendi insanlarını ezip cezaevlerine tıkan AKP aşırı dincileri özgürlük saşçıları diye lanse etmeye başladı. Bürokrasiyi kendi kontrolü altına geçirerek Türkiye'nin temel kimliğini İslamcı yapan AKP artık her yerde yağma talancı şeriatçıların yanında yer almaktadır. Örgütlü işleyen, dinlen mayalanmış, iyi planlanmış politik yapı, Avrupa' yı tehdit ederek üye ülke olmaya çalışıyor. Bir yeri tehdit ederek oraya üye olunamaz. Binlerce cami ile bir yere girerek,orayla dostlukta kurulamaz. Cami de Kilise gibi zamanını doldurmuştur. Kuran okuyan çocuklar birer arap miliyetçisi olup çıkıyorsa, yaşadıkları yerlere karşı birer düşman oluyorlarsa, o ülkelerle hangi paktlar kurulmak isteniyor? Siyasi anlamda, hem Müslüman hem abdestli süper faizci AKP ve onun rantiyeci asfalt/beton tüccarlarını bu şekilde çok acı bir son bekliyor. AB üyeleri iplerini kendileri çekebilirler. Kadınların başörtüsü ile uğraşmaya benzemez bu. Avrupa'ya gelmiş kitlelerin ise artık bu cami - tarikat ve cemaatleri terkederek yeni akılcı bir eğilimin geliştirilebilmesi ve ona -kendini geliştirebilecek platformu sağlayabilmesi için düşünmlerinden başka bir yol kalmamıştır.

Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

Esin Duran,
Selda Suner,
N. Gök,
Sezer Aşkın,
Melahat Baykara,
Uğur Demir
Ismail B. Cenk
Bedri Engin,
Selma Altuntaş,
Filiz Serin,
Nedim Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman Bahar
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Murat Çetindal
Ali OkyarMusa Tekin
Aslı Birdal
Nazmi Doğan

İnci Gür
L. Okar
Mürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız
Murat Nidar
şemsi Kaya
Ayten Ekşi,
Eda leman

nermin ışıl
D. Polat
Kadir Erdem
Serdar OKTAY
Mehmet Özdemir
Mustafa Erkan
Nuri AKTAS
Emine AKTAS
O. Kadir Ergun
Metin Kurca
Sedat Isiklar
Filiz Bag
Kadir Baskale
Sevim Varlik
Hasan Mesut Akkaya
Necmi Guler
Erhan Isguz
Meral Okur
Bilge Okyaz.
Kemal Koç
L. Mirakoğlu
Oktay Kızılcık
Mehmet Yavuzgil
Erdal Polat
Hüsnnü oktay
Ahmet tekin.
Semra Kaya
Mustafa Çiçek
Kayhan Göçkaya
Erdal Solgun
Mehmet Solgun
Esra Solgun
N. Altik
Oguz Karakış
Leyla Mert
Işık mert
D. Öksüz


http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi

 




Tuesday, January 22, 2013

In the year 2071, Europe will eventually turn! (Erdogan)!



Byzantium – Crime, city, victims: Christian massacre of Edessa:
Year: 1146 ad.
Number of victims: 64,000
Perpetrators: Turks
Jerusalem – Crime, city, victims: Christian massacre of Jerusalem:
Year: 1244 a.d.
Number of victims: 10,000
Perpetrators: Ottomans
Hungary – Crime, city, victims: murder of Prisoners Nicópolis:
Year: 1396 ad.
Number of victims: 3000
Perpetrators: Turks
Greece – Crime, city, victims: massacre in Kasrizia/Peloponnese:
Year: 1460 a.d.
Number of casualties: 70,000
Perpetrators: Turks
Istanbul – Crime, city, victims: In pieces of saw prisoners in Istanbul: year: 1463 a.d.
Number of victims: 3 500
Perpetrators: Turks
Italy – Crime, city, victims: Murder on the inhabitants of Otranto (Apulia):
Year: 1480 a.d.
Number of victims: several thousand
Perpetrators: Turks
Turkey – Crime, city, victims: Shiites-vesper in Anatolia:
Year: 1512 – 1514 a.d.
Number of victims: 60,000
Perpetrators: Turks
Serbia-Crime, city, Occupying Belgrade: murder victims:
Year: 1521 a.d.
Number of victims: several thousand
Perpetrators: Turks
Cyprus – Crime, city, victims: Christian massacre on Cyprus:
Year: 1571 ad.
Number of victims: 40,000
Perpetrators: Turks
Hungary – Crime, city, victims: the German murder of Erlau:
Year: 1596 a.d.
Number of victims: several thousand
Perpetrators: Turks
Turkey – Crime, city, victims: Blood reign in the Ottoman Empire under Murad IV:
Year: 1632 – 1637 a.d.
Number of victims: 45,000
Perpetrators: Turks
Turkey – Crime, city, victims: Janissaries massacre (1):
Year: 1704 a.d.
Number of victims: 14,000
Perpetrators: Turks
Istanbul-Crime, city, Istanbul massacre victims: Janissaries (2):
Year: 1725 ad.
Number of victims: 16,000
Perpetrators: Turks
Africa – Crime, city, victims: destruction of Negroes laven:
Year: 15th – 19th century
Number of victims: multiple tens of millions and not last long
Perpetrators: Arabs, Turks
Egypt – Crime, city, victims: Mamelukkenmoorden of Cairo:
Year: 1811 a.d.
Number of victims: 2 479
Perpetrators: Turks
Istanbul – Crime, city, murder victims: Greeks of Istanbul:
Year: 1821 ad.
Number of victims: 700
Perpetrators: Turks
Greece-Crime, city, victims: Greeks Chios massacre:
Year: 1822 ad.
Number of victims: 53,000
Perpetrators: Turks
Istanbul – Crime victims: Janissaries massacre, city, Istanbul (3):
Year: 1826 a.d.
Number of victims: 35,000
Perpetrators: Turks
Syria – Crime, city, victims: Christian massacre in Syria:
Year: 1860 a.d.
Number of victims: 29,000
Perpetrators: Turks
Bulgaria – Crime, city, victims: Christian massacre in Bulgaria:
Year: 1876 a.d.
Number of victims: 22,000
Perpetrators: Turks
Anatolia – Crime, city, victims: Christian massacre on Anatolian Armenians:
Year: 1895 a.d.
Number of victims: 130,000
Perpetrators: Turks
Turkey – Crime, city, victims: Christian Armenians massacre:

Year: 1896 a.d.
Number of victims: 18 000
Perpetrators: Turks
Macedonia – Crime, city, victims: Massacre on Christian Bulgarians in Macedonia:
Year: 1902 – 1903
Number of victims: 55,000
Perpetrators: Turks
Turkey – Crime, city, victims: Genocide of Christian Armenians:
Year: 1915 – 1916 ad.
Number of casualties: 1.5 million
Perpetrators: Turks
Turkey-Crime, city, victims: destruction of Smyrna (Izmir) and murder of Greek citizens:
Year: 1922 a.d.
Number of victims: 900,000
Perpetrators: Turks

ERDOGAN:   "Minarets are our bayonets, domes our helmets, mosques our  barracks and believers our soldiers."


Of 674-678 and the Muslims besieged Constantinople in 717/718, without the city managed to take them in. The final conquest of Constantinople in 1453 by the Muslims took place by the Ottomans (Turks). Thus ended the Christian Byzantine Empire. At the same time began the systematic extermination of the Christians and enslave by Islamists. In 1914 were There are still 38% Christians in Turkey, now its barely even 0,002%. The Turkish Muslims have so in the 461 years between 1453 and 1925 75% of all Christians expelled, killed or forced influenced by Islam. There was an almost completed eradication and expulsion of Christians on the current region of Turkey. Turkey is actually a huge Christian Cemetery, probably the most famous in the world. There is Christianity already 1000 years and persecuted to this day. Almost 100% of the indigenous population on the current Turkish territory was Christian, by the Jihad (holy war) before they, by conquest, persecution, mass murder, expulsion, destruction or forced conversion to islam churches almost completely were exterminated. Now its still but they too are not in Turkey and 0,002% treaties.

Die Entstehung der aktuellen Türkei:



Türkei wird verursacht durch die Leidenschaft für die Turkificeren der Nation logisch Tilgung aller Christen – Armenier, Griechen Pontos-Griechen zu verlangen schien West- und va Trabzon Bereich... Sie würden alle Griechen, Syrer und Armenier und andere Christen, die Moslems Familien in ihren Häusern und zerstören Betriebe stellen um diese Bereiche zu sichern, sodass Sie nicht weg von der Türkei in ähnlicher Weise ergriffen werden könnten
Die vorstehende Geschichte lassen die Grausamkeit und Brutalität gegen die wehrlosen armenischen Mesopotamien, die nach den Anführungszeichen durch die türkische Armee in Zusammenarbeit mit den paramilitärischen Clans durchgeführt wurde
Das Leid, die später und die Erniedrigung, die diese Menschen ertragen mussten ist kein Stift beschreiben.
 
Die Türken verwenden häufig die "Ausreden", die die Armenier gegen die türkischen Reich und einen eigenen Staat aufgelehnt. Aber diese "entschuldigt" ist sicherlich nicht der Fall für die Griechen und Armenier; im Gegenteil; die Armenier haben alle, auch die Türken, mit Respekt, Liebe und Menschlichkeit in Angriff genommen; Es fehlte etwas leider auf der Seite der Türken und andere in dieser Region!
Wir sollten daher nicht vergessen, diese Märtyrer; weil sie massakriert wurden, nur weil sie nicht Muslime waren.

Moslems wurden in Gruppen eingeteilt und systematisch betrieben von Haus zu Haus, sorgfältig die Häuser der Muslime gesorgt. Sie plünderten die Türen, Trampeln alles, und wenn Leute zu Hause waren, sie schneiden ihre Kehlen durch. Sie töten alle sie fanden, Männer, Frauen und Kinder, die Mädchen wurden entführt. Fast alle Muslime in der Stadt, Soldaten, Zaptiyes (osmanischen Polizei) und Banden teilgenommen an den schrecklichen Schlachthof (
Unglaubliche Grausamkeiten waren begann." Ein Vater hatte den Schnitt von seiner fünf Kinder in seinem Schoß, und er unterzog sich das gleiche Schicksal... Die Führer der Muslime, sagte ihren gemeinsamen: ' kommen, wir bringen Sie Jungs speichern Harpet und euch für Angelegenheiten, die von ungehört für uns als Nachbarn sind. " Und wenn die Muslime sie zusammen hatten und außerhalb des Dorfes platziert hatten, veröffentlichten sie alles zu; dann ins Dorf zurück und nahm Besitz ihres Eigentums.

Von März bis November 1915, eine riesige rote Linie, die Farbe des Blutes Doorregende den Himmel über der Türkei. Monströse Taten fand; ungezählte, Ondefinieerbaar, wenn dem jungen osmanischen Staat seine eigenen Söhne
Von März bis November 1915, eine riesige rote Linie, die Farbe des Blutes Doorregende den Himmel über der Türkei. Monströse Taten fand; ungezählte, Ondefinieerbaar, wenn Kindern osmanischen Land seine eigenen Söhne dezimiert oder besser gesagt,, mit seiner eigenen Hände-viele von ihnen diente in seiner Armee fuhr sie aus ihren Häusern, ihre Töchter vergewaltigt gepaddelt, entführt ihre Frauen, ihre Familien, verbrannten ihre Häuser verstreut, die Überlebenden deportiert, die Toten verbrannt.
Leser, kann Gott zulassen, dass diese Arbeit sein Ziel erreichen kann, Berichten und schenke ist! Mein Ehrgeiz (ist nicht prätentiös?) hat den Zweck, als Bericht und Epos dienen. Wenn ein Bericht sprechen es über die schrecklichen Ereignisse, die in einer Ecke der Türkei stattfand; Es wird sein, dass Geschichten über die Extreme, ein Land mit seiner wilden Instinkt nicht geverlernt, gehen können; und von welchen barbarischen Schlauheit desselben Landes im 20. Jahrhundert ist beschwingt in den unsäglichen Taten hinter einem respektablen Gesicht oder besser gesagt hinter einem Gesicht von Seriosität...
Die Schändlichkeit zu sehen, wie das Eigentum des Gottes und des Menschen wurden gestohlen und am helllichten Tag versteigert. Die Schändlichkeit zu sehen, wie Tiefbrunnen gefüllt nach oben mit Leichen, wie z. B. die Vertiefungen der Dara [Oguz], Dakikiye, etc... Ihre Bewohner beraubt die Schändlichkeit zu die großen christlichen Ländern zu sehen. Die Schändlichkeit zu sehen, wie Täler mit ihren Bauch hin-und hergerissen, Opfer, ihre Kehle schneiden bedeckt waren; wie die Täler von Läusen Bezirk Nordwest von Diyarbekir...

Das Blut der unschuldige dieser Märtyrer schreit nach Gerechtigkeit und Anerkennung des Völkermords an diesem.

Monday, January 21, 2013

Değişen nedir? Eski erozyon AKP tarafından sürdürülecektir.


 
Zora düşen Erdoğan kliğinin yardımına koşmakla hangi Kürt sorunu çözülüyor? İktidardaki AKP Sünnicilerinin "Yeni Osmanlı" saçmalığına katılmakla hiçbir sorun çözülemez.
Suriye'ye girip Arap'ların, bütün Müslümanların yeni lideri, kahramanı olmak isteyen Erdoğan'ın senaryolarında figüran rollerini üstlenen Caşların ihanetleri devam ediyor. Erdoğan çetesi bir onbaşı yoluyla, İmralı'da kulağa fısıldıyor. ''...Suriye' de Sunni Arapları desteklettirin, karşı çıkanların temizlenmesine de hemen başlansın, ondan sonra Kürt-Türk kardeşleri olarak sorunu çözeriz...'', diyor, zavallı cemaat te amin diyerek hemen harekete geçiyor.
Osmanlı padişahlarının devamı olmak için herşeyi deneyen dinci çetelerin, Suriye alanındadaki planlarının ilki daha birinci aşamasında  iflas etti. İşgali yönetecek generallerin perde arkasında ültümatom verir gibi tavır takınmaları- ''..önce içerdekileri çıkarın, biz onlarsız savaşamayız, kapasite yok, yenilgi kaçınılmazdır...'' deyip Erdoğan'a rest çekmelerinden sonra yürürlüğe sokulan ikinci plan tamamıyla çete kültürünün, onun yarattığı devlet yapılanmasının bir ispatı oldu. Erdoğan çetesi görünüyorki filmlerdeki Osmanlı geleneklerinden fazla etkilenmiş.
AKP genel seçimlerden aldığı çoğunluk iradesini, devlet ve toplum üzerinde tam bir tahakküm kurma gerekçesi olarak kullanmakta, sivil toplumu ve devleti kuşatmakta, başkanlık sistemine yönelen “tek parti” siyaset çizgisi izlemektedir. AKP, geleneksel devlet yapısını “demokratikleştirdiği” demagojisini yaparken, esasen yaptığı şey, YÖK, RTÜK, HSYK ve diğer 12 Eylül kurumları da dahil olmak üzere, bütün antidemokratik yapıları AKP’lileştirmekten ibarettir. Kendi medyasını, polisini, yargısını yaratarak herkesi dinleyen ve izleyen büyük bir gözaltı düzeni, kendisine biat eden bir toplum oluşturmak istemektedir.
Zirve katliamını yöneten şahıs daha önce solcu kimliği ile yakalanmış, MİT emri ile serbest bırakılmış ve Malatya'da Türk İslam geleneğine göre 3 kişinin başlarını kestirtmiş. Güngören'de o zamanın İstanbul valisinin- AKP li olduğundan dokunulmuyor-  bilgisi dahilinde kitle katliamı yapılmış, İbrahim Tatlıses'e rakip mafya süsü verilerek suikast yaptırtılmış, kendi karakolları özel harpçilerin silah ve enformasyonları sayesinde kan göllerine çevrilmiş, binlerce masum insanın yaşamlarına son verilmiştir. Değişen bir şey yok, aynı MİT şimdide ''imralı'' senaryoları ile meşgul!
12 Eylül yöneticileri tarafından çıkarılan yasalar ve kurumlar da bugün yürürlüktedir.
Bizzat darbeciler tarafından hazırlanan çalışma yasalarının geçerliliğini koruyor. 12 Eylül’ün siyasi, sosyal ve ideolojik sonuçları da hâlâ geçerlidir.
Bugün insan haklarından, Kürt sorununa, sendikal hakların ayaklar altına alınmasından adalet mekanizmasına, basın yayın araçlarındaki sansürden üniversite özerkliğinin yok edilmesine, şovenizmin yaygınlaşmasından militarizm övgüsüne… ve krizi hızlandıran ekonomik politikalara kadar hayatımızı karartan bütün uygulamaların kökeninde 12 Eylül’de çizilen toplumu yeniden biçimlendirme projesi vardır. Bu projenin sonuçları kendisini bugün her alanda yozlaşma, çürüme, çözümsüzlük olarak göstermektedir.
Bugün Türkiye'de yaşananlar, Çatlı - Bucak - Çiller -Ağar çetelerinin yaptıklarını aratmıyor. Güçlü aşiret ve tarikatların özel harpçi örgütlerin başında olanlar uyuşturucu ticareti, rüşvet, kadın ticareti yapanlar boyalanarak iktidarlarına devam ediyorlar. Bucaklar, Ağarlar, tüm işkenceciler, katiller olup bitenlerin ve kendi yaptıklarının devletin bilgi ve onayı dahilinde olduğunu, yani bir devlet politikası olduğunu söylüyorlar. Demirel’in, Özal'ın, Çiller’in, Mehmet Ağar’ın, Doğan Güreş’in adından  hiçbir dönemde hukuk devleti olmayan TC'nin çeteleşmesi eskidir ve 1950’li yıllarda, soğuk savaş döneminde, CİA’nın yönlendirmesi ile birçok NATO ülkesi gibi Türkiye’de de kurulan Gladyo örgütü, ya da Kontrgerilla bu doğrultuda önemli bir adımdır. Bunu başka türden illegal, yarı legal paramiliter yapılanmalar izledi. Bu yapıların 1960’lı 70’li yıllarda yaptıkları provokasyonlar, işlediği cinayetler, kamuoyunu sarsıcı türden eylemler (solcu gençlere, bilim adamlarına, gazetecilere karşı cinayetler, Alevi-Sünni çatışmaları yaratma; Marmara Gemisi’nin Batırılması, Kültür Sarayı’nın yakılması; Maraş, Malatya, Kırıkhan ve Çorum olayları; 1977 1 Mayıs Katliamı ve daha niceleri) malum… Rejim, “ülkücü” denen gençleri, Kontrgerillacı Türkeş’in “bozkurtlar”ını, daha 1960’lı yıllardan başlayarak yoğun biçimde kullandı. Bunlar asıl olarak MİT eliyle yönlendirildiler. Bu dönemde Kürt ulusal hareketini sindirmek için de sivil bozkurt örgütlerinin yanısıra orduya bağlı komando birlikleri kullanıldı ve bunlar Kürdistan’da “silah ve suçlu arama” adı altında, Kürt köy ve kasabalarında dehşet saçtılar…
Darbe önceleri, göz göre adam öldürülen, kitlesel katliam yapan militanlar MİT emri ile serbest bırakılıyordu,  MİT şimdide İmralı macerası ile aynı geleneğini devam etiriyor. 
El bombaları – makineli tüfekler günlük hayata girmiş, işkenceler mahalle karakollarına kadar yaygınlaşmıştır.
Bu ülkede, yurttaşlar bizzat devlet tarafından ayrımcılığa uğramış, kültürleri reddedilmiş, kimlikleri inkâr edilmiş, evlerinden, köylerinden yurtlarından sürülmüş ve yine devlet tarafından yıllarca unutamayacakları acılar yaşatılmıştır.
Gencecik insanlar darağaçlarına çekilmiş, “kaçtı” diye vurulmuş, işkencede katledilmişlerdir.
Bizzat devlet eliyle beslenen ve sahnelenen bu terör, aynı zamanda solu ve Kürt hareketini zamansız bir başkaldırıya, terör minderine çekmeyi amaçlamıştı ve bunda başarılı da oldu. Ordu içindeki cuntalar kendi elleriyle döşedikleri bu terör kaldırımına basarak, onu bahane ederek sözde kardeş kavgasını önleme, milli birlik ve beraberliği koruma sloganlarıyla 1971 ve 1980’de iktidara el koydular. Erdoğan çeteleri, şimdide ''terörist başı'' dediklerine sarılarak amaçlarına ulaşmak istiyorlar. Dünyada başka bir eşi görülmeyen bu kadar ilkel bir çete dalaşından, halkların, toplumların sorunlarının çözüldüğü görülmemiştir. Görüldüğü gibi Erdoğan çetesi tamamıyla Makyavelisttir. Amaç için her şey mubahtır. Sultanlığını ilan edene kadar bu şekilde her telden oynayacaktır. Erdoğan tarikat ve mezhepleri, mutlak çoğunlukta olmalarına rağmen cunta anayasasını kendi amaçları için kullanmaya devam ediyorlar. ''İmralı süreci'' adı altında yürütülen, çetelerin kendi aralarındaki al ver hesaplaşmalarını, Kürt sorununun bir çözümü şeklinde algılamak aptallıktır. Erdoğan kliği öncekilerden farksızdır, onların anayasasına göre, onların zulüm ve terörine göre, onların yolunda ilerliyor, değişen sadece yeşil bir boyadır. Kürtler için değişen bir kanun varmıdır? Kürtler'e hangi hak verilmiş, bunun garantisi nerdedir? Hangi kağıda bir şey yazılmış ve Erdoğan bunu imzalamıştır? Çetelerin sözü, mafyanın sözü olur, ama bunlar sosyo-politik alanda belirleyici değildir!
Hukuk devletinde bunlar olamaz. Bir insan hem baş terörcü, hemde takma adla, devlet denilen oluşumun sorun çözücü baş adamı olmaz. Bunlar tipik çete yapılanmasının a-b-c sidirler. Devletler önce kanunları değiştirir, siyasi anlamda özeleştiri yapar ve yeni kanunlara göre, yeni adlar koyarak proseslerini yönlendirirler. Kabile aşiret tarikat mezhep aşamasına saplanıp kalan Türkiye'de ne yazık ki bunun tam tersi yapılıyor. Polis ve MİT' i kontrol altına alan her çete için kanun, devlet, millet kendisidir.

Wednesday, January 16, 2013


Dünyanın en sıkı hapishanesinden  TC' nin en büyük düşmanı sayılan bir örgütü yönetmek de her halde Türkiye'ye kısmet olmuş!
"Abdullah Öcalan, iki ay sonra İmralı’da görüştüğü kardeşi aracılığıyla mesajlar verdi: Paris’teki cinayetler işaret. Eşbaşkanlar gelirse sürece dair açıklamalarda bulunabilirim." (kaynak Taraf)
Abdullah Öcalan kardeşi Memet' e  ''...Suriye' de Araplarla birleşinler, karşı çıkanları ellesinler dedi'' - kaynak: Radikal-
MİT ve dinci özel harpçiler iş başında, cinayet şebekesi muhalefet edenleri yeniden tehdit ediyor.
 
Paris'te öldürülen, Türkiye' ye girişleri yasaklı 3 kadının öldürülmesi, başlarına ateş edilmesi, malum Anadolu soykırımlarını  hatırlatmaya devam ediyor. Ermeni, Rum, Dersim ve Pontus soykırımlarından kalan bir gelenektir bu! Özel harp dairesi sadece el değiştirdi. MİT’i bu defa özel harp dairesinin dinci kanadı ele aldı. Ortak eylem ve operasyonlarda yerleri kolaylıkla doldurulabilen MİT mensupları deşifre edilebiliyor ama özel harpçilerin deşifresi ancak şimdiki gibi zorunluluk yüksek tansiyonda ise mümkün olabiliyor. Soğuk savaşın bitimi ve çoğu Avrupa ülkelerinde örgütlenen özel harp örgütlerinin ''dismantling lifting dissolution'' prosedürüne tabii tutulmaları, Nato üyesi olan TC' ye de soruldu, daha sonraları çetelerin Avrupa'da eylemler yapmaya devam etmeleri dolayısıla baskı arttı. Çiller Almanya'a çağrıldığında kesin söz verdi ve Suriye' de üstlendirilen elemanların güvenliklerinin sağlanarak - örgüte katılan saf Kürtlerin farkına varmamaları hususunda uyduruk barışçı yol projelerinin ciddiymiş gibi ortaya atılması-  örgüte katılan binlerce militanın arasından tehlike arzedenlerin ellenmeleri ve özel harbin ana çekirdeğini oluşturanların Türkiye'de güvenlik altına alınmalarının sağlanması kararlaştırıldı. Plana göre PKK' nin dağıtılması ve Kürtlerin tümden tesirsiz hale getirilmesi ana amaç idi. A. Öcalan, Ş. Sakık haindir diyerek projeyi başlattı ve 2. adam Ş. Sakık  örgütü demoralize etmenin bir faktörü olarak bu şekilde hem kadroların dağılmalarını sağlayacak hemde kaçmış süsü verilip özel harb dairesine bağlı timlerce gönderilen bir helikopterle alınarak Türkiye'de güvenlik altına alındı. A. Öcalan ise önemli kadroları öldürtmeye devam etti ama tümden çökertemedi. Tehlikeli pozisyona düşünce, bilinen ''diplomatik yol'' manevrası ile son senaryo devreye sokuldu- TV kameralarına, ''hizmete hazırım'' dedirtilerek,- hemen hemen deşifre edildi- böylece geri kalan kadroların dağıtılmasının piskolojik yolu denendi, gene başarılı olamayınca geri adım atılarak terörist başı olmaya devam etti, 10 yıldan fazla MİT kuryeleri ile örgütü yönlendirmeye çalıştı. Bu süreçte görevli MİT elamanlarının tesadüfen polisçe deşifre edilmeleri ve senaryonun başarısızlığı ortaya çıkınca, kardeşleri devreye sokuldu. Dünyanın en sıkı hapishanesinden  TC' nin en büyük düşmanı sayılan bir örgütü yönetmek de her halde Türkiye'ye kısmet olmuş!
Normalde bütün mücadelelerin bir raconu vardır. Kadınlar ve çocuklar öldürülmez. Nitekim Osmanlı ve onun devamı olan Türkiye'de yüksek yoğunluklu etnik temizleme dalaşında bu çoktan bir istisna oldu, centilmenlik kuralı şimdi bozulmadı, Müslümanlık ve Türklük bütün Anadolu' da bu yolla onu kökten bozarak yayıldı. Anadolu'nun yerli halkları bu şekilde teker teker yok edildi. Osmanlı padişahları beşikteki kardeşlerini bile boğdurturken bu vahşete öncüllük ediyorlardı.
  Paris'te öldürülen kadınlar uzakta oldukları halde kahpe Müslüman kurşunlarından kurtulamadılar.
Kürtleri, Ermenileri ve Rumları aşağılama, yok etme piskolojisi ile kimlik oluşturmaya çalışan Balkan ve Arap göçmenleri kazdıkları kuyulara düşüyorlar. Türkiye Kürtlerini sahte örgütlerle manüpüle eden TC, Irak ve Suriye Kürtlerinin birleşme potansiyelinden öcü gibi korkuyor. Türk'lerin korkusu her zaman büyüktür, ha Ermeni gelecek , ha Rum gelip eski toprağını geri isteyeccek diye şartlandırılmıştır insanlar. Her göçmen ki sabah akşam kendi ağzı ile başka yerden Anadolu'ya geldiğini söyler durur ve bu korkuyu da kendinde taşımaktan kurtulamaz o...
Çünkü onlar hala korkmaktadırlar...

Paranoid-şizofrenik bir halet-i ruhiye ile tüm dünyayı Türk’ün düşmanı belliyorlar. Avrupa'da camiler kurarak bebeklere varana kadar herkese bunu aşılıyorlar. Avrupa'ya düşman diyerek üye ülke olmaya çalışıyorlar. Caniliğin en adisi ile, başka halkları terörist ilan etmek için başkalarına yalvarıp duruyorlar. Bu yüzden işte kürtlerden,alevilerden, ruslardan, amerikalılardan, trinidad tobagolularda, burkina fasolulardan hülasa “yetmiş iki buçuk milletten” nefret ediyorlar. Nefret Suçu dedikleri ne ola ki?  Nefret Suçu, belirli ve ortak karakteristik özellikleri bulunan birey ve gruplara veya onların mülklerine yönelik önyargılarla işlenmiş suçlara verilen bir isim. Yaşadığımız coğrafyada yüzyıllardır var olan bir suç ancak ismi ile tanımlanması henüz çok yeni.
Tüm bu yaşanan cinayetler, katliamlar “bebeklerden katil yaratan” bir sistemin ürünü. Evde, okulda, işte, sokakta ve hatta sinemada, televizyonda, kitaplarda hergün yeniden ve yeniden üretilen bir ideolojinin ürünü. Gündelik dilde kullanilan “ermeni dölü, rum tohumu, kıro kürt, mal bulmuş mağribi, ne Şam’ın şekeri, ne arabın yüzü” gibi ifadeler nefretin ve şovenizmin hücreleri de aşarak artık mitokondrilere kadar işlediğinin açık bir örneği.
Nefret sadece televizyondan akmıyor. Romanlardan, öykülerden, şiirlerden de akıyor. Türk edebiyatının “büyük muharriri” Hüseyin Rahmi Gürpınar; “Toraman” isimli eserinde Alevilerden şöyle söz ediyor; “Karşısında dolaşan ay gibi evlatlığı görünce kendini tutamadı. Mezhebi geniş adam… Kızılbaş mıdır nedir?” Bir başka” büyük yazar” Reşat Nuri Güntekin ise “Balıkesir Muhasebecisi Tanrı Dağı Ziyafeti” adlı eserinde, (ki dönemin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından basılıp dağıtılıyor. Devlet tiyatrolarında da sahneleniyor)  “Karı amma vurdu ha. Eh bu da olur… Kızılbaşların mum söndü gecesi gibi töbe olsun..” diyor. Türk Tiyatrosu’nun “ulu çınarı” Haldun Taner de tam bir “Alevi düşmanı” Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu” adlı oyununda 46. Sayfada; “Bırak allasen müdür bey. Bazen kanıma dokanıyor vallaha. Sen onun oruçlu olduğuna inanıyor musun? O ne hinoğluhindir o, ne kahpe dinli kızılbaştır o! Müslüman olsa acımak bilir.” Aynı eserden bir alıntı daha.. (Sf:61) “Ve işte o anda, tövbeler olsun, abla-kardeş, kızılbaşlar gibi sarmaş dolaş oluverdik.” diyor.
 
Senaryonun basitliği ve gaflet!
 

Türk tarafı:  Teknik danışmanlar--> TC Başbakanı-->--MİT-->Öcalan
Sözde Kürt tarafı:  Öcalan-->MİT-->psikoljik savaşın elemanları----> Tetikçi elemanlar (Paris'te kadın katilleri)-->TC Başbakanı-->TC Hükümeti
Kürt sorununu gizli servis eliyle çözme girişimi başlı başlına tehlikeli bir olaydır. Muhatab olarak kabul edilen kişiyi MİT ve dinci özel harpçılar belirlediğine göre, burada hiç bir toplum ve halkın iradesi sözkonusu değildir.
 

''Terörist başı'' aniden "baş müzakereci'' yapıldı. Uyutulan milyonlarca insan, ''imralı'' adı ile başka ılımlı bir Müslüman'dan bahsedildiğini sanıyor! TC sorunu çok ciddi görüyor. Bu kadar ciddi bir  sorunu çözecek adama ''İmralı'' lakabı takıp, yeni senaryolarla paçayı kurtarmaya çalışan sivil asker çeteler zamandan kazanmaya çalışıyorlar. Yıllarca Kürt halkının başına musallat edilen, şimdilerde de ''İmralı'' ismi ile anılan Abdullah Öcalan terör kartının bu şekilde çarpıkça oynanması nihayetinde kaçınılmaz oldu.
Dünyanın en aşağılık, en rezil insanları, korkaklardır. Onlar İmralı'dan örgütlenen, düşmandan daha tehlikeli bir rol oynayan,oradan geldikleri için, ''tanıdık, bizden'' diye sayılan, kapıları haince açtıran ve hiç karşı koymayan üç kadının enselerine kurşun sıkmakla büyük Türk islam imparatorluğunu kuracaklarının sanan aşağılık bir din ve kültürün ürünleridirler...Üç, hatta dört kurşun sıkarlar...İşte budur Türk islam sentezi denilen barbarlık, işte budur İmralı denilen Türk cinayet şebekesi... Katiller servisinin senaryolarından meddet bekleyen bir toplum çökmeyi hak etmiştir. Kürtler'in seçimle gelen iradesi varken, karanlık oyunlara bel bağlamanın hiç bir rasyonel temeli yoktur. Kürtlerin siyasi iradesinin tanınmadığı, tanınmayacağı seçimle gelen BDP’ye yaklaşımla netleşmiştir. BDP bir yana atılıp, karanlık insanların Kürtlerin liderleri diye lanse edilmesi devletin herzaman ana politikası olmuştur. Kürdistan’da seçimin fazla bir anlamı olmadığı da anlaşılmıştır. Devlet Kürt sorununu MİT' e işkenceci başına, kiralık katile havale etmiştir. ''Baş müzakereci'' kafese konulmaz ve bu müzakereci her zaman kendi adıyla anılır. Aynı müzakereci 2 tane kimlik, 2 şahsiyet taşıyamaz, yani aynı anda hem terrörist, hem de bir devletin meşru, masada ki baş muhatabı değildir. Resmi olarak terörist kimliği henüz değiştirilmemiş, MİT yapıyormuş havası verilerek ciddiyetsizce bir manüpülasyonla, devletin Kürt sorununu çözecek tek iyi adamı, tek dostu ve baş müzakerecesi ilan edilmiştir. Bu son olay bile Türkiye' de nasıl bir kültür sefaletinin yaşandığını sergiliyor.
Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

Esin Duran,
Selda Suner,
N. Gök,
Sezer Aşkın,
Melahat Baykara,
Uğur Demir
Ismail B. Cenk
Bedri Engin,
Selma Altuntaş,
Filiz Serin,
Nedim Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman Bahar
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Murat Çetindal
Ali OkyarMusa Tekin
Aslı Birdal
Nazmi Doğan

İnci Gür
L. Okar
Mürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız
Murat Nidar
şemsi Kaya
Ayten Ekşi,
Eda leman

nermin ışıl
D. Polat
Kadir Erdem
Serdar OKTAY
Mehmet Özdemir
Mustafa Erkan
Nuri AKTAS
Emine AKTAS
O. Kadir Ergun
Metin Kurca
Sedat Isiklar
Filiz Bag
Kadir Baskale
Sevim Varlik
Hasan Mesut Akkaya
Necmi Guler
Erhan Isguz
Meral Okur
Bilge Okyaz.
Kemal Koç
L. Mirakoğlu
Oktay Kızılcık
Mehmet Yavuzgil
Erdal Polat
Hüsnnü oktay
Ahmet tekin.

http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi

Monday, January 7, 2013


KİMLİK SORUNU

Avrupa' ya entegrasyon açısından mevcut kimlik sorunu sadece Avrupa ülkelerine dağılmışların sorunu değil, aynı zamanda Anadolu'da yaşayan insanların kimlik bunalımıdır. Bu sorun tarihsel miraslar olan yerleşik kültürlerden yalnız birisini doğru kabul edip, ötekini yanlış saymaktan, kültür tarihini tek bir tarih görüşüne indirgemekten kaynaklanmaktadır. Sorun, bütün bir tarih ve medeniyeti Arap ve Asya göçmenlerinin islam ideolojisini benimsyerek ortalığı yağma ve talana başlamalarından itibaren keserek alan kopuk sahte bir tarih ve kimlik anlayışından kaynaklanmaktadır. Bugün resmi tarih, Anadolu'nun eski kavim ve uygarlıkları olan Grekler, Ermeniler, Frigler, Pontuslular, Hititler, Truvalılar, Bitinyalılar, Paflagonyalılar ve Kapadokyalıları ötekiler diye beyinlere sokarak, yapay, ayakları havada olan bir kimlike yola çıkmaktadır. Anadolu'da kendisini yerli görmeyen bir kimlikle nereye gidilirse gidilsin problemli hasta bir kimlik olunmaktan çıkılamaz.
Bu kimlik direkmen devamı olduğu Bizans'ı bile, ''ötekiler, bizden olmayanlardan'' diye adlandırmaya devam ediyor. Mekke'den, Kerbela'dan, Hazar'ın kuzeyinden, güneyinden, Orta Asya'dan, ordan burdan, yukarıdan aşağıdan, Pomak'tan Arnavut'tan vs. heryerden gelindiği kabul edilyor da, Anadolu'nun yerlisi olmak, bu topraklarda uygarlıklar kurmuş halkların devamı olmak hala tabu sayılıyor!
Kendisini hiç bir yerin yerlisi sayamayan şimdiki kimlik, insanları bunalıma sokan hastalıklı bir kimliktir. Avrupa'da yeni kuşakların kimlik bunalımı, ruhlarındaki bölünmenin temellerinde yatan nedenlerden biri de işte bu ''her yere yabancı'' devlet- aile eğitim politikalarının yarattığı ağır tahribattır. Bu gençler hala ''Ergenekon Kurt soyundan'' veya ''Arabistan yarımadasından, ''muhamet - ali -osman soyundan'' geldiklerine inandırılıyorlar. Almanya'ya yayılan onbinlerce din görevlisi militan yeni doğan çocukları daha küçük yaştan başlayarak, kurdukaları yurt, cami, kuran kursları gibi yerlere taşıyarak beyinlerini yıkamakta ve yaşadıkları ülkelere birer düşman olarak yetiştirmektedirler. Türk - Müslüman kimliği yaratalım derken, kişiliksiz, dejenere, saldırgan hastalıklı bir kimlik yaratılarak gelinen ülkelere de büyük zararlar verilmektedir. Anadolu' da sanki hiç bir uygarlık yaşanmamış, paraşütle bilinmeyen bir araziye atlayan meçhul askerler misali, uydurmalarla hafıza kaybına uğratılan, başka yönler gösterilerek beyinleri yıkanan milyonlarca insan bugün birer serseri mayın gibidir. Böylece Avrupa’ya düşman yapılmış, dışardan örgütlenmiş  48 milyon kadar Müslümanın kültürel ve siyasi bir tehdit olmaya başlamıştır. Avrupalı entellektüeler entegrasyon sürecini bütünleşme olarak ele aldılar, aradan 50 yıl geçmesine rağmen sonuç tamamıyla fiyasko oldu. Irkçı Müslümanlar herşeyi zaman kazanma ve İslamı yaymak olarak gördüler ve entegrasyonu her alanda engellediler, bu politikanın devamı olarak doğan şimdiki uyumsuzluğun kaynağında o malum kimlik problemi yatmaktadır. Türk İslam sentezine dayanan bir kimlik hiç bir yere entegre olamaz: tanımından dolayı, kökeninden dolayı, dini imanı ve felsefesinden dolayı herzaman kendisine ve çevresine yabancı olarak yaşamak zorundadır. Avrupa'da ortaya çıkan 3. 4.kuşaklar, Kuzey Afrika, Ortadoğu, Türkiye ve Pakistan coğrafyasından çıkmış, iyi eğitim almamış ve yaşadığı topluma entegre olamayan bir Müslüman kuşağının kıskacında olduğu müddetçe asırlar geçsede normalleşeme olmayacaktır. Bugün Avrupa'daki ikinci ve üçüncü jenerasyon Müslüman nüfus daha kötü haldedir. İlk gelenler en azından işleri ile meşgul olup toplumu bozan kötü şeylere bulaşamayacak pozisyonda idiler. Yeni nesillerin bir kısmı yaşadıkları ülkelerin dillerini iyi konuşmalarına rağmen mental olarak tamamıyla dejenere olmuş durumdadırlar. Gövdeleri Avrupa'da, ama beyinleri başka yerdedir. Ciddi kimlik sorunları, dışardan atılan büyük ağlara takılmalarıyla başlıyor. Tarikat, cemaat, aşiret, kabile yaşamının derin etkileri, imam, hacı hoca takımının acımasız beyin yıkama faaliyetleri sonucu, yeni kuşaklar bağımsızca boyunlarını kaldıramamış, konuldukları kafeslerden çıkamamış ve bunalıma sürüklenerek sakat bırakılmışlardır. Bu şekilde kalarak aşırı şekilde büyüyen bir tümor ile karşı karşıya kalan Avrupa ülkeleri yakın bir gelecekte daha derin ve sürekli  bir etnik problemle boğuşmak zorunda kalacaklardır. AB iç raporlarındaki rakamlar endişe verici, gelecek 20 yıl içerisinde Avrupa, Müslüman ülkelerce yönetilen politize edilmiş bir ''göçmen'' kitlesini sırtında taşıyarak ekonomik alanda da zayıflayacaktır.

Halbu ki, Osmanlı Bizans'ın Müslüman versiyonudur. Haçlı seferleri ile yağma talana uğrayan Anadolu Hiristiyanlarının mevcut kimliğe karşı doğan tepkilerinin ürünüdür. Hiristiyanlar kitlesel olarak islama dönmüşlerdir. Roma imparatorluğu nasıl Hristiyanlığı yaydığı yerde kalıcı olabildiyse, Osmanlıda o Hristiyanlara islamı kabul ettirerek Anadoluda, Bosnada,Kırımda uzun yıllar kalıcı olabilmiştir. İlk Osmanlı'lar İslamı, cevrelerindeki rumlara benzer bir sekilde yorumlamaya ve pratik etmeye baslamislardi. Cevredeki Rum Ortodokslar da, ister istemez dinlerini Osmanlı'lar gibi pratik etmeye başladılar. Yerli halklar yeni şartlar alrında zamanla islama zorlanmışlardır ve nitekim çoğu müslüman oldu. Osmanlı'larla evlilikler başladı. Osmanlı Devleti Bizanslar gibi teokrattır, onu devr almış ve daha da ileri götürmüştür. Osmanlıların fiziki yapısı ve görünüşlerinin Orta Asya’dan gelen, Moğol görünüşlü Türklerle bir benzerliği yoktu, aksine Osmanlı padişahları son Bizans imparator ailesi fertlerinin birer kopyası idiler.

Bizans bilindiği gibi, bizim Bizanslı dediğimiz kişilerin bilmedikleri, daha sonraki devrin bir terimidir. Bunlar kendilerini her zaman Romalı olarak adlandırmışlardır. Bizans içinde Anadolu'nun eski kavimleri Grekler, Frigler, Pontuslular, Hititler, Bitinyalılar, Paflagonyalılar, Kapadokyalılar, Hıristiyan Pers ve Türkler de yer alıyordu.

O çağlarda Konstantinopolis - İstanbul - medeniyetlerin en mühim sanat ve edebiyat eserlerini barındıran bir merkezdir. Haçlılar bunları yok sayarak kuşatma sonrası şehri tahrip etmeye başlarlar. Birçok yapının mermerleri sokaklara döküldü.
1204 yılının Nisan ayında şehir tekrar kuşatılır. Haçlıların şehre girmesinden sonra üç gün sürecek bir yağma ve talan başlar. Bir sürü dini yadigar Avrupa'ya götürülür. Kiliseler yağmalanır. Hatta Aya Sofya'da, patriğin tahtında fahişeler oynatılır, kiliseye ineklerle girilir. Bu süreci Konstantinopolis'te bir Latin Krallığı kurulması izleyecektir. Bu vaka, Ortodoks-Katolik çatışmasının 1453'e kadar sürmesine neden olacaktır. Loukas Notaras'ın Katoliklere duyduğu güvensizliğin en büyük etkenlerinden biri olan bu olay, her Bizanslı çocuğun annesinden duyduğu hikâyeye dönüşür. Hiristiyan nüfusun kitlesel olarak din değiştirmeye yönelmesi, Bursa sınır alanlarında konuklandırılan savaşçı boyların da yeni doğan fırsatlardan yararlanarak kendileri için bağımsız bir beyliğe yönelmelerinin yolunu açmıştır. Bu alanlardaki Hiristiyanlar, kendi köylerini kasabalarını yağmalayan Avrupa haçlılarına tepki olarak, din ve isimlerini değiştirerek osmanlı beyliğinin temel direkleri olmuşlardır.

II. Mehmet’in Bizans’tan alıntı yaparak,yorumlayarak uyguladığı pek çok sistem ve kanunlar ile kardeş katlinin serbest bırakılması,Osmanlı’nın daha 470 yıl ayakta kalmasında etkili olacaktır. Fakat bütün bu reformlar imparatorluğun artık bir Türk devleti değil , çok uluslu bir imparatorluk haline dönüşmesini tescil etmiştir. Nitekim o tarihten sonra Osmanlı Sultanları kendilerini sadece müslüman ve Türk dünyasının lideri olarak değil aynı zamanda Roma İmparatoru olarak görmüşlerdir. Osmanlı padişahlarının Fatih Sultam Mehmed’den itibaren kullanmaya başladıkları “Sultân-ı Rum” ünvanı “Roma İmparatoru” demektir ve “Roma” sözüyle kastedilen devlet, Bizans’tır. Fermanlarda ve paralarda İstanbul’un cumhuriyete kadar “Konstantiye” şeklinde geçmesinin sebebi de, budur.

Fatih’in Bizans tahtındaki oturuşunu gören Venedikliler onun kuşkusuz Roma İmparatoru olduğunu yazdılar. İmparator Jüstinyen’in bundan 1500 yıl kadar önce inşa ettirdiği Ayasofya, özellikle de Ayasofya’nın kubbe stili, Anadolu’daki ve Rumeli’deki hemen bütün camilere modellik etmiştir. Hattâ Ankara’da Cumhuriyet’in ilâlından neredeyse 50 sene sonra yapılan Kocatepe Camii’ne bile!Ve şimdi de Çamlıca Erdoğan camisine modellik ediyor!. Ordudaki “alay” kavramının aslı, Bizans imparatorlarının muhafız birliği olan “allagiyon” ; günümüz Türkçesi’ nde sıkça kullanılan “efendi” sözü de yine Bizans’taki hitap tarzlarından biridir.
Sonuçta Osmanlı devlet düzeni için bir tarif yapmak gerekirse, İngiliz tarih araştırmacısı Jason Goodwin “Ufukların Efendisi Osmanlılar-Lords of the horizons” adlı kitabında şöyle der; “Sistemi Grek ve Roma,dili Acem,yasaları İslam ve Roma,müziği Bizans ”. Özellikle İstanbul’da evliya türbesi olarak hâlâ ziyaret edilen bazı yerler, aslında Bizans zamanından kalmış mekânlardır. Meselâ Dolmabahçe’ deki Baba Sungur Tekkesi, Bizanslı bir kahramanın mezarının üzerine kurulmuştur ve türbeyi İstanbul’un Ortodoks halkı da ziyaret eder
Ancak Osmanlılar, çoğu müslüman olan Türkler’i birarada tutabilmek içinde “ümmet” kavramını öne çıkartmışlar,Yavuz Sultan Selim’in ,Mısır’dan halifeliği almasıyla,müslüman halkı uzun süre kendilerine bağlı tutabilmişlerdi.Türk ve müslüman kitlenin dışında kalan teba, sultanın Bizans ve Roma imparatoru olduğu fikri önde tutulmak üzre , önce devşirmelere sonralarıda alenen gayrı müslimlere devlet idaresinde ve çeşitli kurumlarda görev vererek , ticaret yapmaları teşviklenerek sağlanmıştır.

AKP iktidarı, Çamlıca'ya, Osmanlı'nın devamını sembolleyecek Erdoğan camisini kurmakla Bizans ve Osmanlı geleneğini devam ettiriyor. Yüksek minareli cami kültürü tamamıyla Bizans'lardan devr alınmıştır, ama AKP Bizans'ın devamı olduğunu kabul etmiyor. AKP Arap hayranlığı yapıyor. Araplar, Bizanslarla olan ilk savaşlarından sonra, Bizans'ın bütün Hiristiyan anıt ve sembollerini taklit etmişlerdir. Araplar İslam dinini yayma adına yağma ve talan fetihlerine girişip Suriye ve Filistin ve İskenderiye'yi ele geçirdikten sonra, daha önce Arap çöllerinde olmayan olmayan bu minareli yapıyı taklid ederek onu kiliselere alternatif olarak geliştirdiler. Orta Asya'da yaşayan Türklerin de aynı şekilde çadır dışında bir anıtları yok idi. Bunlar Anadolu' ya geldiklerinde Bizans'ların güç ve hakimiyeti simgeleyen anıtlarını, kiliselerini cami adı altında revize ederek devam ettirmişlerdir. Aynı şekilde türban olayıda bundan farklı değildir. Türban, başlı başına Katoliklerle Ortodokslar arasında yaşanan kavgalarla tarihe geçmiştir. Türban Farsça’da dulband’dır. Türkçe de tülbent olmuştur. Aslında esas türban modeli başı önden arkaya doğru kapatan ensede toplanan örtü biçimidir. Büyük iskender Pers imparatorluğunu ele geçirdikten sonra, Hindistan doğru ilerleyişinde Sih’ler olan bu modeli batıya taşımıştır. Batının Türbandan anladığı Sih inanışındaki baş kapatma biçimidir. Sonra doğu Roma da bu örtünmeler biçim değiştirerek devam etmiştir.

Yahudilik ve Hıristiyanlıkta tıpkı İslam’da olduğu gibi, örtünme bizzat kutsal metinlerde yer alır. Bu çerçevede geçmişten günümüze bu dini geleneklerde, en azından Ortodoks yorumlarında, örtüye önem verildiğini görüyoruz. Bütün külah ve sarıklar tek tanrılı dinlerde kuvvetli birer semboldürler. Osmanlı sarığı, Bizans türbanlarının, İranlılarca revize biçimidir.

FANATİK ÖRTÜNME BİZANS İLE BAŞLAR VE KÖKENİ DE ANADOLU HİRİSTİYANLIĞIDIR.
 

Hıristiyanlığın temel ilkelerini belirleyen Tarsuslu Aziz Pavlus, "kadının örtüsüz Tanrı'ya dua etmesi doğru değildir. Kadın örtünmüyorsa saçı kesilmelidir" demiştir. A. Pavlus devamla: "Buna karşılık kadının başında örtü olmaksızın ibadet etmesi onun başını kirletir. Çünkü böyle bir kadın saçları kökünden kazınmış bir kadının kendisidir. Bir kadın başını örtmüyorsa saçını kestirsin. Ama saçlarını kısa kestirmek veya kazıtmak bir kadın için aynı şekilde utanç verici bir şeydir. Kadın (saçı uzun olmakla kalmamalı) başını örtmelidir. Erkek tanrının kopyası ve onun yansımış ışığı olduğu için, başını örtmez. Ama kadın (örtünmeli çünkü o) erkeğin yansımış ışığıdır. Çünkü uzun saç, kadına örtünmesi için verilmiştir."
(Birinci Mektup, 11/ 5-9.) Erkek eli değmemişliğin, erdemliğin sembolü Hz. Meryem hep başı bağlı tasvir edilmiştir.
Bizans'ta Kutsal İncil'i anlatan duvar mozaiklerinde Meryem kara çarşaflı olarak karşımıza çıkar. Halen Avrupa müzelerinde Meryem'in kara çarşaflı yağlı boyaları sergilenmektedir.
Anadolu'da Asur'dan Antik Yunan'a, Roma'dan Bizans'a uzanan kadının eve kapatılma süreci Bizansın devamı olan Osmanlı da en keskin biçimini aldı.


Sevgi ve Saygılarla

Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

Esin Duran,
Selda Suner,
N. Gök,
Sezer Aşkın,
Melahat Baykara,
Uğur Demir
Ismail B. Cenk
Bedri Engin,
Selma Altuntaş,
Filiz Serin,
Nedim Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman Bahar
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Murat Çetindal
Ali OkyarMusa Tekin
Aslı Birdal
Nazmi Doğan

İnci Gür
L. Okar
Mürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız
Murat Nidar
şemsi Kaya
Ayten Ekşi,
Eda leman

nermin ışıl
D. Polat
Kadir Erdem
Serdar OKTAY
Mehmet Özdemir
Mustafa Erkan
Nuri AKTAS
Emine AKTAS
O. Kadir Ergun
Metin Kurca
Sedat Isiklar
Filiz Bag
Kadir Baskale
Sevim Varlik
Hasan Mesut Akkaya
Necmi Guler
Erhan Isguz
Meral Okur
Bilge Okyaz.
Kemal Koç
L. Mirakoğlu
Oktay Kızılcık
Mehmet Yavuzgil

http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi


Thursday, January 3, 2013

OSMANLI VE BİZANS


Anti-laik bir çizgiyle, ''laik devlet'' demagojisi!
 

Genel olarak ele alındığında laik denilince, din devlete karışmaz devlet de dine karışmaz. Fakat diyanet var oldukça laiklikten bahsedilemez! Laik devletler din, mezhep ve her çeşit felsefi inanışa ve kanaate karşı tarafsızdır, eşit mesafededir, bunlardan birinin savunuculuğunu yapamaz. Bırakalım diyaneti, dini tekke ve tarikatlar kendileri devlet olmuş durumdadırlar. Devlet eliyle cami kurulamaz. Ama başbakan en büyük camiyi kurma peşinde. Yine laik devlet din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alır. Herkesin dilediği gibi inanma, din ve mezhep seçme, dilediği bir felsefi görüşü benimseme hakkını kabul eder. Türkiye'de islamın dışında başka dinlere geçenlerin zülme uğradığını bilmeyen yok! AKP' nin bugün takip ettiği çizginin laikliğe tamamen zıt olduğu ortada olmasına rağmen, çıkar peşindeki bazı kesimlerin takkiyelerine şaşmamak mümkün değil! Türk ırkçılığıyla Arap milliyetçiliği olan islam ideolojisinin karışımından yeni siyasal ideolojisini oluşturan AKP yönetimine göre laiklik siyasal olgusu fazla özgürlükler içerdiğinden kökten dönüştürülmelidir .
Türkiye’nin iktidar partisi AKP, yonetiminin 12. yılına girerken laik ve demokratik bir ülkeden bahsetmek abestir. AKP bürokrasiyi kendi kontrolü altına geçirerek Türkiye’nin temel kimliğini değiştirmiştir. Bugün, Avrupa Birliği’ne katılma retoriğine karşın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştırıp Müslüman kardeşler, Hamas, Hizbullah gibi karanlık oluşumlarla dostluklar geliştirmiştir. Türkiye’nin bu radikal dönüşümün ardında sadece AKP’nin siyasi makinası değil, 8 büyük cemaat- tarikat - tekkenin de ortak olduğu uluslararası politik İslamın gücü vardır.
Bugün Türkiye’de 164 bin cami var. Yani, her 410 vatandaşa bir cami düşüyor. Din iman adına Türkiye bir beton yığınağına çevrilmektedir. Diyanet İşleri Bakanlığı’nın harcamaları yediye katlanmıştır. Din işleri bakanlığı harcamaları AKP’nin iktidarı sırasında 5.3 katrilyon liraya çıkarılmıştır. Bu bakanlığın bütçesi diğer sekiz bakanlığın toplam bütçesinden daha büyüktür.
Postmodern ümmetçi hareket, bugün muazzam bir güç haline gelmiştir. Medyadan, MİT, ordu ve polis teşkilatına, ticari alanlardan, eğitim kurumlarına kadar inanılmaz örgütsel ağlar oluşturulmuştur. Bu son derece iyi düşünülmüş, iyi hesaplanmış ve büyük bir soğuk kanlılıkla hayata geçirilmiş bir kuşatma stratejisidir. İslam, yeniden bir yayılma taktiği olarak kullanılıp ülke “toplu hipnoza” sokulmuştur.
İslam gibi bir din veya devlet anlayışı, Osmanlı'da olduğu gibi her alanda baskı zulüm ve diktacılığın alt temellerini oluşturmaya devam ediyor. Osmanlı Devleti bünyesinde sistemli razia hareketleri ile zayıf olan  azınlıkların toplu katledildiklerini görmekteyiz. Aynı şekilde şimdiki politik islamın hızla her alanda dengeleri lehine çevirerek Irkçı tekçi esaslar üzerinde yeniden formasyon kazanarak aynı icraatları devam ettirme azminde olduğunu gözlüyoruz. Asimile devam ediyor, ötekileştirilerek, kendi kimliklerine düşman edilme devam ediyor. Yerli Anadolu halklarının inkar edilmesi, herşeyin İslamist Arap ve Orta Asya göçebelerinin Anadolu'ya ayak basmalarına indekslenmesi hala devam ediyor.

OSMANLI VE BİZANS 

Osmanlı Bizans'ın Müslüman versiyonudur. Haçlı seferleri ile yağma talana uğrayan Anadolu Hiristiyanlarının mevcut kimliğe karşı doğan tepkilerinin ürünüdür. Hiristiyanlar kitlesel olarak islama dönmüşlerdir. Roma imparatorluğu nasıl Hristiyanlığı yaydığı yerde kalıcı olabildiyse, Osmanlıda o Hristiyanlara islamı kabul ettirerek Anadoluda,Bosnada,Kırımda uzun yıllar kalıcı olabilmiştir. Ilk Osmanlı'lar Islamı, cevrelerindeki rumlara benzer bir sekilde yorumlamaya ve pratik etmeye baslamislardi. Cevredeki Rum Ortodokslar da, ister istemez dinlerini Osmanlı'lar gibi pratik etmeye başladılar. Çoğu müslüman oldu. Osmanlı'larla evlilikler başladı. Osmanlı Devleti Bizanslar gibi teokrattır, onu devr almış ve daha da ileri götürmüştür.
O çağlarda Konstantinopolis - İstanbul - medeniyetlerin en mühim sanat ve edebiyat eserlerini barındıran bir merkezdir. Haçlılar bunları yok sayarak kuşatma sonrası şehri tahrip etmeye başlarlar. Birçok yapının mermerleri sokaklara dökülür.
1204 yılının Nisan ayında şehir tekrar kuşatılır. Haçlıların şehre girmesinden sonra üç gün sürecek bir yağma ve talan başlar. Bir sürü dini yadigar Avrupa'ya götürülür. Kiliseler yağmalanır. Hatta Aya Sofya'da, patriğin tahtında fahişeler oynatılır, kiliseye ineklerle girilir. Bu süreci Konstantinopolis'te bir Latin Krallığı kurulması izleyecektir. Bu vaka, Ortodoks-Katolik çatışmasının 1453'e kadar sürmesine neden olacaktır. Loukas Notaras'ın Katoliklere duyduğu güvensizliğin en büyük etkenlerinden biri olan bu olay, her Bizanslı çocuğun annesinden duyduğu hikâyeye dönüşür. Hiristiyan nüfusun kitlesel olarak din değiştirmeye yönelmesi, Bursa sınır alanlarında konuklandırılan savaşçı boyların da yeni doğan fırsatlardan yararlanarak kendileri için bağımsız bir beyliğe yönelmelerinin yolunu açmıştır. Bu alanlardaki Hiristiyanlar, kendi köylerini kasabalarını yağmalayan Avrupa haçlılarına tepki olarak, din değiştirerek osmanlı beyliğinin temel direkleri olmuşlardır.
AKP iktidarı, Çamlıca'ya, Osmanlı'nın devamını sembolleyecek Erdoğan camisini kurmakla hangi devlet tipini seçtiğini gizlemiyor artık. Kaldık ki minareli cami kültürü tamamıyla Bizans'lardan devr alınmıştır. Araplar, Bizanslarla olan ilk savaşlarından sonra, Bizans'ı smboleyen bütün Hiristiyan anıt ve sembollerini de taklit etmeye başlamışlardır. Arap çöllerinde bundan evel cami diye birşey yoktu, orta Asya'da yaşayan Türklerin de aynı şekilde çadır dışında bir anıtları yok idi. Bunlar Anadolu' ya geldiklerinde Bizans'ların güç ve hakimiyeti simgeleyen anıtlarını, kiliselerini cami adı altında revize ederek devam ettirmişlerdir. Aynı şekilde türban olayıda bundan farklı değildir. Türban, başlı başına Katoliklerle Ortodokslar arasında yaşanan kavgalarla tarihe geçmiştir. Türban Farsça’da dulband’dır. Türkçe de tülbent olmuştur. Aslında esas türban modeli başı önden arkaya doğru kapatan ensede toplanan örtü biçimidir. Büyük iskender Pers imparatorluğunu ele geçirdikten sonra, Hindistan doğru ilerleyişinde Sih’ler olan bu modeli batıya taşımıştır. Batının Türbandan anladığı Sih inanışındaki baş kapatma biçimidir. Sonra doğu Roma da bu örtünmeler biçim değiştirerek devam etmiştir.
Yahudilik ve Hıristiyanlıkta tıpkı İslam’da olduğu gibi, örtünme bizzat kutsal metinlerde yer alır. Bu çerçevede geçmişten günümüze bu dini geleneklerde, en azından Ortodoks yorumlarında, örtüye önem verildiğini görüyoruz. Bütün külah ve sarıklar tek tanrılı dinlerde kuvvetli birer semboldürler. Osmanlı sarığı, Bizans türbanlarının, İranlılarca revize biçimidir.
FANATİK ÖRTÜNME BİZANS İLE BAŞLAR VE KÖKENİ DE ANADOLU HİRİSTİYANLIĞIDIR.
Hıristiyanlığın temel ilkelerini belirleyen Tarsuslu Aziz Pavlus, "kadının örtüsüz Tanrı'ya dua etmesi doğru değildir. Kadın örtünmüyorsa saçı kesilmelidir" demiştir. A. Pavlus devamla: "Buna karşılık kadının başında örtü olmaksızın ibadet etmesi onun başını kirletir. Çünkü böyle bir kadın saçları kökünden kazınmış bir kadının kendisidir. Bir kadın başını örtmüyorsa saçını kestirsin. Ama saçlarını kısa kestirmek veya kazıtmak bir kadın için aynı şekilde utanç verici bir şeydir. Kadın (saçı uzun olmakla kalmamalı) başını örtmelidir. Erkek tanrının kopyası ve onun yansımış ışığı olduğu için, başını örtmez. Ama kadın (örtünmeli çünkü o) erkeğin yansımış ışığıdır. Çünkü uzun saç, kadına örtünmesi için verilmiştir."
(Birinci Mektup, 11/ 5-9.) Erkek eli değmemişliğin, erdemliğin sembolü Hz. Meryem hep başı bağlı tasvir edilmiştir.
Bizans'ta Kutsal İncil'i anlatan duvar mozaiklerinde Meryem kara çarşaflı olarak karşımıza çıkar. Halen Avrupa müzelerinde Meryem'in kara çarşaflı yağlı boyaları sergilenmektedir.
Anadolu'da Asur'dan Antik Yunan'a, Roma'dan Bizans'a uzanan kadının eve kapatılma süreci Bizansın devamı olan Osmanlı da en keskin biçimini aldı.

Sevgi ve Saygılarla

Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

Esin Duran,
Selda Suner,
N. Gök,
Sezer Aşkın,
Melahat Baykara,
Uğur Demir
Ismail B. Cenk
Bedri Engin,
Selma Altuntaş,
Filiz Serin,
Nedim Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman Bahar
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Murat Çetindal
Ali OkyarMusa Tekin
Aslı Birdal
Nazmi Doğan

İnci Gür
L. Okar
Mürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız
Murat Nidar
şemsi Kaya
Ayten Ekşi,
Eda leman

nermin ışıl
D. Polat
Kadir Erdem
Serdar OKTAY
Mehmet Özdemir
Mustafa Erkan
Nuri AKTAS
Emine AKTAS
O. Kadir Ergun
Metin Kurca
Sedat Isiklar
Filiz Bag
Kadir Baskale