Friday, December 21, 2012

Muhamed'in 1400 sene evel Arap Bedevilerine dayattığı demografik çoğalma yöntemini dayatan Erdoğan tek lider olma yolunda ilerliyor.


R. T. Erdoğan'ın büyük sürü ideolojisi.
Konya mitinginde, “1071 Anadolu'ya hükmümüz, 2071 Cihana hükmümüz“, diye pankartlar asıp, sloganlar atan Erdoğanland sürüsü, Türkiye'yi yeni maceralara sürükleme yolunda! 
Çoğalın, çoğalın her ne pahasına olursa olsun çoğalın, herşey mubahtır diye bas bas bağıran AKP yönetimi, Türkiye' yi fare deney laboratuvarına çevirmek istiyor.

''R.T ERDOĞAN GENÇLERE 2071 NESLİNİ YETİŞTİRME ÇAĞRISINI YİNELEDİ

Erdoğan, ardından sözlerini şöyle sürdürdü: “Bizler 2071’i göremeyebiliriz, gençler sizlere sesleniyorum. Özellikle bekar olanlarınıza sesleniyorum. Evleneceksiniz, inşallah 1071’in neslini siz yetiştireceksiniz. Ama öyle bir şuurla yetiştireceksiniz ki onlar bu ülkenin yerini ilk 10’un içerisinde farklı bir yere taşıyacaklar. Çünkü biz farklı ufukların insanlarıyız her gittiğim yerde onun için en az 3 çocuk diyorum. Çünkü genç yetiştirilmiş, dinamik bir nesli biz yetiştireceğiz. Bunu ihmal etmeyelim. Eğer bugün 444 kod numarasıyla yeni bir dönem başladıysa bunu iyi hesap ediniz. ---Kaynak: dindiyanet.---

Ortalığı çalak çocukla doldurarak çoğunluk sağlamak isteyen Erdoğan'ın Konya mitinginde, "1071 de Anadolu hükümranlığı, 2071 cihan hakimiyeti" diye sloganlar atıldı ve pankartlar taşındı. Büyük sürü yeniden büyük felaketler peşinde...! Tek lider, tek ırk, tek din' e oynayan Erdoğan devamla, ‘İşte 326 tane milletvekiliniz var, 326 milletvekiliyle gene mi bahane’ diyorlar. Ama işte bu kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya o geliyor sizin önünüze bir engel olarak dikiliyor...'', diyerek niyetini de iyice belli etti.
İstanbul'da padişahların kurduklarından daha büyük cami kurmak, başkanlık sistemi ve akabinde tek liderlik, Muhamed'in 1400 sene evel Arap Bedevilerine dayattığı demografik çoğalma yöntemini dayatmak, aşırı hızla çoğalacak kalabalıklara Wahhabiler' in fetih ve ganimet hedeflerini aşılayan tarikat ve cemaatleri güçlendirerek çığ gibi büyüyen bu kitleler üzerinde politik ve psikolojik alanlarda tam kontrol sağlamak, işte 2013 Türkiyesinden yeni manzaralar...
Osmanlı'nın kaldığı yerden tam hızla devam, hem de en büyük minareleri dikenin kaldığı yerden devam. Muhamet, kız çocuklarını kuma gömüp öldüren bedevi ve Wahhabiler'in önlerine yeni hedefler koymuştu. Ayetler indirtti ve kuma gömüp öldürme yerine, onları tam hızla çalışan Arap üreticisi fabrikalara çevirerek gerekli silahlı güçlerin oluşumunu sağladı. Her Arap Müslüman erkek birden fazla kadına sahip olma hakkını Allah'tan alıyordu. Muhamet poligami yöntemini uygulayarak hem Arap'ların hayvansal duygularına sesleniyor hemde bu yolla olağanüstü derecede büyüyen Arap nüfusunu komşu ülkelere yönlendirerek kısa zamanda dünyanın o dönemki en büyük 2 gücünü tehdit etmeye başlıyordu. Politik taktik tutmuştu. Çölde dolaşan, dünyadan tamamıyla kopuk yabani Bedevi kabileleri bugün Erdoğan' ın da savunduğu ve uygulamaya koyduğu yöntemler sayesinde büyük bir hızla Bizans ve Pers imparatorluklarının sınırlarını aşarak Anadolu'ya ulaşıyorlardı. Kürtler'in kılıç zoruyla Müslümanlaştırılıp Arapların köleleleri haline getirilmeleri sonun başlangıcına takabül ediyordu. Fas'tan, Orta Asya'ya kadar nice halk Muhamet'in askeri stratejileri sayesinde Arap işgaline geçiyor ve Pers'ler de nihayetinde bu keskin kılıcın önünde başlarını eğmek zorunda kalıyorlardı. Arap'ların bu tarihsel başarıları tamamıyla Muhamet'in o görünmeyen hilesinde yatar. Herşey sayısal olarak çoğalma ve komşu alanlara masumane migrasyonlarla girilerek kurulan enklavelerle başlar.  İşte bu çoğalmak, çoğalmak, tavşanlar gibi çoğalmak, kutsal bir artış ve sayıyla hakimiyet kurmak, ilk olarak Erdoğan tarafından kodlanmamış, bunun Medine kodlaması Arap Muhamet' e aittir.  Bu şekilde ekspononşiel olarak çoğalan Arap nüfusu kısacık bir zaman dilimi içinde 30 ülkeyi din iman adına ele geçirdi.
AKP usulü yöntemlerle çoğaltılmaya çalışılan deney hayvanları (laboratuar fareleri) gözüyle bakılan sürüler demek ki bu fetih ve yağmalar için gereklidirler. İnsanın aklına takılabilir, neden bu kadar insan bu kadar önemli?. Erdoğan tayfası bu insanların sadece varlığını istiyor ama, nasıl olmaları onlar için asla sorun değil! Her sene bir Erdoğan doğuracak kadınlar bu insanları nasıl eğitecek? Cahil cuhul insanlar, uyumsuz, kriminal kalitesiz unsurların yarattıkları imago yetmiyormuş sanki, bu defa da virus usulü çoğalma devletin resmi ideolojisi oldu...! Dünyanın dört bir yanına işçi veya göçmen diye sürülecek olan bu deney farelerini çekici kılan bir çok sebep var. Müslümanlığın yağma ve talan hareketlerini genişletmek ve dünyanın bütün özgür halklarını baskı ve terör altına almaktır amaç. Sınır tanımayacak bu Erdoğan'lar biyolojik olarak da oldukça çekici bir yapıya sahipler -Erdoğan'ın her lafında genç nüfus diye yutturmaya çalıştığı dejenere unsurlar-, islamist Türk modeli olarak kullanılmaya en uygun mücahitler olacaklardır.
Bütün bunlar, ekonomiyi korumak için(miş). demekki kobaylık? Aramızda bazıları fare olmalı ki, ırkımız dinimiz ayakta kalabilsin!
Erdoğan Bosna'da:  "Herhalde bundan dolayı gücenmezsiniz... Bosna Hersek'in nüfus artış hızı çok düşük. Bu bakımdan hocalarımızın da desteğine ihtiyacımız var. Ben Türkiye'de '3 çocuk' diyorum ama burada en az 5 çocuk olması lazım. '' kaynak: --Hürriyet gazetesi---
Bir ülke insanının ‘gönüllük şartıyla bile olsa’ laboratuar faresi muamelesi görmesine nasıl izin verilir? Doğrusu buna akıl erdirmek mümkün değil!
''Başbakan Erdoğan, İstanbul'da katıldığı bir konferansta ilginç açıklamalarda bulundu. 'Eşim dört çocuğumuzun bezlerini elinde yıkayarak büyüttü. Şimdi iş çok daha kolay. Çamaşır makineleri var. 5 çocuk bile olur'' dedi. kaynak: RADİKAL---
AKP ve diğer Türk İslam sentezcilerinin yapmaları gereken tek şey varsa o da hemen Himler gibi özel bir laboratuvar kurup orada aşırı hızla Türk, Arap ve Müslüman üretmektir. Bu kadar bağırma, çaba ve eziyete ne gerek var?
AKP, sadece İslamist bir parti değil aynı zamanda yayılmacılığa soyunan ırkçı bir partidir. AKP, Hanefi mezhepli Sunni İslam diktatörlüğüdür. AKP, neo Osmanlıcı, yayılmacı, İslamist  hegemonya hedefinde tehlikeli bir oluşumdur. AKP, cami avlusundan yükselip devlet olanaklarını ele geçiren tarikat ve cemaatlerin partisidir.  AKP, Baas Partisin'den daha katliamcı, Molla rejiminden daha geri bir rejimdir. Nato'nun ikinci büyük ordusu yine Nato'nun silahlarıyla her gün köy ve kasabaları bombalıyor,  Filistinli kardeşi için İsrail'e savaş açmayı düşünen, Türkiyede özgürlüğün kırıntısını bile çok gören siyaset güdüyor. Cami avlusundan sivil düşünce çıkmaz. Cami avlusundan demokrasi hiç çıkmaz. Cami avlusundan iktidar olanlar ne yapmış bakınız. Yırtık ayakkabı ile cami avlusundan siyasete giren Erdoğan kısa sürede Karun kadar zengin oldu. Yetmedi, oğlu, kızı, damadı, velhasıl hanımına selam verip elpençe divan duran herkes zengin oldu. Daha doğrusu, devletin milli hasılasını kendisi gibi düşünenlere peşkeş çektirdi. Türk islam sentezi doktirinien bağlı olarak üretilen kimliksiz, niteliksiz insan tipinin doğuşunda, tarihsel sosyal faktörlerin yanında işte bu Erdoğan tipi insanların büyük rollleri vardır. Kalpazanından işkencecisine hertürlü suç işleyeni bu ideolojinin arkasına sığınıyor. Terör, yolsuzluk, haksızlık, adaletsizlik, adam kayırma, fuhuş, ahlaksızlık, cinayetler, yalan ve talanı maskelemek için kullanılan ırkçı Vahhabici Türk İslam ideolojisinin büyük sürüsü, büyük felaketlerin habercisi olmaktan daha ileriye gidemez.
Mesela bu tayfa her yıl İstanbul'un fethini kutluyor! Bu aşağılık bir olaydır. Müslümanlar Şam, Kahire, Bağdat, Konya, Bursa, İstanbul ve daha nice şehirlere vahşet, gasp, işgal ve yağma sahnelerinden başka bir şey yaşatmamışlardır. Newyork şehrini Hollandalılar kurmuş ve sonra İngiliz'lere satmışlardır. Oraya göçmen olarak gitmişler, yani orayı yerli halkın yaptığı bir şehri olarak işgal etmemiş, kendileri inşa etmelerine rağmen her sene kalkıp da bunun kutlamasını yapmıyorlar. Dünyada hiç bir ülke işgal ettiği, başka bir halkın olan bir yerleşim biriminin işgalini kutlama alçaklığına girmiyor. Hitler bile Paris'i işgal ettikten sonra, sonraki yıllarda onun kutlamasına girmemiştir. Kanada'lılar Eskimolardan aldıkları herhangi bir alan için yıllık kutlama yapmazlar. Bunlar tamamen çağdışı, eski kabile toplumlarından kalan geleneklerdir.
Müslümanlaştırılmış Türk göçebelerinin Anadolu'da kurduğu herhangi bir şehir veya köy yoktur, her yeri tamamıyla barbarlıkla, asarak keserek ele geçirmiş ve şimdi utanmadan bu şehirlerin işgalini kutuyorlar. Şu an Anadoludaki eski şehir, ilçe vs isimlerinin çoğu Cumhuriyetin ardından değiştirilip Türkçeleştirilmiştir. Üstüne üstlük bu kutlamalar devletin ana doktirini yapılmış durumdadır. Gasp, işgal, yağma, talan bir bedevi kültürüdür, bu topraklarda din adına Müslümanlık adına yetiştirilen çocuklar nasıl oldu da çölün vahşi bedevilerine dönüştüler? Arap akınları yüzünden Kapadokya alanında insanlar yeraltı şehirleri yapmak zorunda kalmışlardır. Müslümanların kılıcından kurtulmak için çırpınan karadeniz halkları tapınaklarını taşların içine taşımış, Sümela gibi dağ keçilerinin yaşam alanlarına benzer sığınma yerleri inşa etmişlerdir. Ürgüp'teki peri bacaları, Kayseri' den Nevşehir alanlarına kadar yayılan büyük yeraltı şehirleri işte bu İslamcı akıncılardan korunmak için yapılmıştır. Uygar Anadolu halkları yer üstündeki bütün varlıklarını kan içici barbarlara kaptırırken, gasp ve zulümden korunmak için tarihe bir abide olarak kalacak yeraltı şehirlerini de geriye bir ibret dersi olarak bırakmışlardır. Bu yeraltı şehirlerinde, dağların uçurumlarındaki abideler, kutlamalar yapan, turizm safsataları ile insanların gözlerini oyalayan ahmaklara hangi dersi veriyor? İstanbul'u kuşatırken içerde ne kadar savunucu, 300 000' i aşkın çapulcuya karşı direniyordu. Mehmet'in çapulcuları ne amaçla burada toplanmıştı? Neden 200 000 serdengeçti dünyanın bütün Müslüman ülkelerinden toplanarak buraya kadar getirilmişti? Serdengeçtiler kuşatma boyunca ağır derecede uyuşturucu ile kendilerinden geçiriliyordu - ser farsçada kafa-. işte uygar İstanbul, 9 000 - 12 000 civarında bir savunmasıyla bu şekilde yağma ve talana uğrayıp tarihe veda ediyordu!
Türkiye'de yaşanan ağır beyin yıkama, kitlelerin zorla Müslümanlaştırılmasına bağlı olarak ortaya çıkan derin kimlik bunalımının yolaçtığı derin hasar her alanda görülmeye devam ediliyor. Böyle çarpık bir ''kimliğin'' ortaya çıkmasında çeşitli faktörler vardır. Bunların başında çağdışı devlet doktirini geliyor. Günümüzde nicelik değil, nitelik önemlidir. Kalitesiz nüfus patlamaları çağı çoktan geçmesine rağmen, Türkiye yöneticileri eski kabile, cemaat, tarikat, aşiret kafa yapısından kurtulamadıkları için kuru kalabalığa tapmaya devam ediyorlar.
Avrupa' da, sayısal olarak 100 000 ü geçkin göçmeni olan 59 ülke var, resmi rakamlara bakılarak bu sayının altında olanları bir tarafa bırakırsak, Türkiye kendi insanını göçebeliğe sürüklemede hala baş sırada. Ekonomi iyiye gidiyorsa, etkisini en çok bu alanda göstermesi gerekmiyor mu?. Avrupa' ya en fazla göçmen vermiş olan Türkiye, entegrasyon alanında ise en arkada! Bırakalım, Alman, İngiliz, veya Çinliyi, Japonlar bile negatif Türk imagosuna sahip olmaya başladı.
Osmanlı'dan devralınan, parazit yaşama, başkasında olana el koyma, tembellik, sahtekarlık, çalıp çırpma kültürü, en bariz şekliyle, Avrupa'ya kadar sürüklenmiş insanlara konulan zorunlu haraçlarda görmekteyiz. Hem doğduğu yerden göçe yolaçan bir sistemde direteceksin hem de gittiği yerde onu rahat bırakmayacaksın! Hiç bir ülke kendi toprakları dışında doğan çocukları, ''zorunlu vatan görevi, zorunlu askerlik'' adı altında baskı altına alıp binlerce Euroluk bir soyguna tabi tutmuyor. Yurtdışında doğan, Türkçe' yi bilmeyen  4. kuşak Türk çocuklarının çocuklarını bile 10 000  Euro ile haraca bağlayan Erdoğanland mafyası, vatan görevi, her erkek "Türk' ün kutsal hizmeti", ''yapmazsan kız vermezler'', diye lanse ettiği militarist terörcü doktirinini terk etmiyor. Türk Devleti’ne göre “Bedelli Askerlik” uygulaması “sunulan hizmet”tir ve Türkiye’li göçmenlerin, askerlik süresi yüzünden oturum statüleri ve işlerinin tehlikeye girmemesini sağlar!. Resmen tehdit var. Her ne kadar anaerkil bir kavramla “anavatan” için denilse de burada söz konusu olan asıl mesele, “Yurtdışı Türkleri”nin kelle parasıdır. Gerçekte bu “hizmet” kendi Vatandaşlarına karşı savaş için askeri bütçeye kaynak gasbıdır. Avrupa alanında yaklaşık 140  ülkeden göçmenler yaşıyor. Bunlardan yalnızca Türkiye orada doğanları sonsuza kadar böylesine bir haraca bağlıyor. Hiç bir ülke kendi toprakları dışında doğan çocukları, ''zorunlu vatan görevi, zorunlu askerlik'' adı altında baskı altına alıp binlerce euroluk bir soyguna tabi tutmuyor. Bu noktada bir daha ispatlanıyor ki Türkiye, askeri ile, dini ile ve genel olarak bütün kültürü ile çok gerilere saplanıp kalmıştır. Bu nedenledir ki de hiç bir topluma entegre olamıyor, Türk kelimesi, türk imajinasyonu o kadar negatifse, bunun objektif nedenleri vardır! Japon' yalı bir insanda bile bu imaj varsa bunun kökten irdelenmesinde yarar vardır.Bu noktada bir daha ispatlanıyor ki Türkiye, askeri ile, dini ile ve genel olarak bütün bir kültürü ile çok gerilere saplanıp kalmıştır. Bu nedenledir ki hiç bir topluma entegre olamıyor. Türk kelimesi, Türk imajinasyonu bu kadar negatifse, bunun objektif nedenleri vardır! Japon'yalı, Etiyopya' lı, Güney afrika' lı bir insanda bile bu imaj varsa bunun kökten irdelenmesinde yarar vardır. Yoksa eski Osmanlı- Hiristiyan savaşlarından bahaneler aramakla hiç bir sorun çözülemez. Kaldı ki Avrupalı bu savaşları artık unutmuş, onların üstünden ne sular akmış!
Şimdiye kadar bütün suç Avrupalılarda aranıyordu, bütün entegrasyon bürolarının çıkış noktaları buydu. 50 yıldan beri takip edilen bu anlayış nihayetinde tamamıyla iflas etti. Salon bürokratlarının ezbere uyguladıları bütün göçmen politikaları, zayıflayan Avrupa'lıların pozisyonlarının farkına varan ve tarihsel yayılmacılığı yeniden gündeme getiren Müslüman göçmenlerin kendileri tarafından çöpe atılmış durumdadır. Türklerle savaş yapmamış Japonlar'a ne oluyor? Japonlar yeni gelmeye başlayan Türkleri en tehlikeli yani sorun teşkil eden ulus olarak görüyorlar. Hiristiyan veya Türklere karşı önyargılı değiller! Son zamanlarda Türklerin bu ülkedeki suça karışma oranlarındaki bariz artış malesef kötü bir sonun başlangıcını hazırlamış durumda, işin özü tüm dünyadaki olumsuz negatif türk imajı bu ülkede de realite oldu. Tokyo'da İbrahim tatlıses'in kasedini koyup, fenerbahçe maç kazanmış diye kornaları çalıp, ilk iş olarak bir cami kurarak ezanı yüksek sesle okuyup bütün mahalleyi kışkırtan asosyal kitle, Türk Müslüman kimliği adına olmadık alışkanlıklar, dünyada ne kadar negatif değer ve yargılar varsa onlara fikse olmaktan vazgeçmiyor.
Dünyanın en büyük 3. Üniversitesi olan Stanford Üniversitesinin araştırmasına göre Türkiye'deki Türk geni  %9 dur.
Türkiyedeki Genetik uzmanlarıda Anadoluda Orta Asya kökenli gen taşıyanların çok az olduğunu söylüyor. Yabancıların Türk imgesi ise Osmanlı'nın, Türk' e yaklaşımından farklı değildir. Avrupa Türk ismini aşağılamak için kullanırdı, Osmanlıda öyle.

Önemle ifade edelim ki, yabancı tarihçiler Türk kelimesini Müslüman tabiri ile eş anlamlı olarak kullanmışlardır. Osmanlılardan bahsederken Türkler dedikleri gibi. Zamanla Türk ve Müslüman kelimeleri Müslüman dünyada da eş anlamlı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Nitekim şu anda Arnavutluk gibi Balkan Müslümanları, “Hangi dindensin?” sorusuna, “Elhamdülillah Türk’üm” cevabını vermektedirler. Pakistandaki sözlüklerde de, Türk kelimesi açıklanırken, “mahbûb ve müslim” kelimeleriyle açıklanmaktadır.

Hatta Avrupalılar Türk kelimesini kullanırken Araplar dahil birçok müslüman halkı kastederek Türk demişlerdir. Yani Avrupa Türk derken müslümanları kastediyordu. Mesela İstanbul’un resmi ismi 1930’lara kadar Konstantiniyye idi. Arapçada “Konstantin’in şehri” manasına gelir. Konstantiniye’nin adı 1930’da çıkarılan bir kanun ile değiştirilerek İstanbul yapılmışır. Osmanlı kayıtlarındada 1920lere kadar İstanbulun adı Konstantiniyye diye geçer. Ki zaten İstabul kelimeside Yunancadır. İstanbul: Grekçe; Eis Ten Polin (Şehire doğru),  Osmanlının Constantinopoli feth edip İstanbul yapması tarihi bir yalandır. İstanbul adı 1930’da verilmiştir... Dr. Wells: “Anadolu'da Türk dili ve kültürünün yayıldığını biliyoruz. Ancak genetik veriler, Selçuklu ile Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen Türk geninin burada fazla yayılmadığını gösteriyor. Kendinizi “Türk” sayabilirsiniz, ama kökleriniz başka yere uzanabilir”.  Osmanlıca Arapça ve Farsça karışımı dildi. Bilinenin aksine Osmanlıca denen yapay dil Türkçe değildir. Türkçede çok fazla Arapça ve Farsça kelime olduğu için böyle sanılıyor.
Osmanlıda saray dili Persçeydi. Osmanlının kullandığı alfabede Pers alfabesiydi.
Arapça ve Farsça yazan, konuşan ediplerin, Türkçe konuşan ve yazanlardan daha üstün tutulmaları sebepsiz değildir. 1914' e kadar Anadoluda başlıca 4 büyük halk yaşıyordu, Türk nüfusu henüz çoğunluk değildi. Rumlar, başta karadeniz alanında- çoğunlukla Müslümanlığa geçmeseydi, hemen hemen Türk nüfusuna yetişiyorlardı. Ermeni ve Kürtler yaklaşık yüzde 40 civarında bir nüfus oluşturuyorlardı. Ama beyinleri yıkanmış, kandırılmış, hafıza kaybına uğratılmış bugünkü 75 milyon insan, Anadolu' nun sanki ani bir gök gürlemesi ile Türkleştiğini, orta Asya' nın steplerinden gelen bir avuç göçebenin boş tertemiz bir alan bulup, orada safi ırkını genişletip bugünkü haline geldiğine öylesine inandırılmış ki, bu insanların şimdiki terör, şiddet ve tehdit algısı ile oluşturulan bir çemberin dışına çıkması tamamen imkansız bir olaydır. Bu otoriter sistemin başlıca gücü ordu ve Diyanet, Nakşiciler, süleymancılar, milli görüşçüler denilen islamist paramiliter örgütlenmelerdir.
 

Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

Esin Duran,
Selda Suner,
N. Gök,
Sezer Aşkın,
Melahat Baykara,
Uğur Demir
Ismail B. Cenk
Bedri Engin,
Selma Altuntaş,
Filiz Serin,
Nedim Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman Bahar
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Murat Çetindal
Ali OkyarMusa Tekin
Aslı Birdal
Nazmi Doğan

İnci Gür
L. Okar
Mürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız
Murat Nidar
şemsi Kaya
Ayten Ekşi,
Eda leman

nermin ışıl
D. Polat
Kadir Erdem
Serdar OKTAY
Mehmet Özdemir
Mustafa Erkan
Nuri AKTAS
Emine AKTAS
O. Kadir Ergun
Metin Kurca
Sedat Isiklar
Filiz Bag
Kadir Baskale


Tuesday, December 18, 2012


Asker mafyası ve Kelleparası Gaspı denilen ''Bedelli Askerlik''


Din iman ırk ile kışkırtılan, fakir fukaranın vergi paraları ile palazlanan imamın ordusu pısırık çıktı. Müslüman mezheplerinin iç savaşından başını kaldıramayan Esad bizi vuracak diye, Nato'ya yalvarıp, sınıra Patriot füzelerini yerleştirten İslamcılar zavalılıklarını gizleyemiyorlar. ''allah, allah'' naraları, bu defada Patriotların rampalarına dayanıp kaldı!

Bölgede savaş kışkırtıcılığına katılan dinciler, içerde devam eden, Suriye iç savaşından farksız, yılların kan akışını ufak bir terör olayı şeklinde yansıtarak geleneksel Militarist çizginin dışına çıkmak istemiyorlar...Turkiye' de ki olaylar Suriye'den farksız. Örneğin askerdeki intihar olayları daha önceki yıllara göre genel bir artış gösteriyor, çatışmalarda ölenlerden daha çok insan çoğu zaman adına ''kaza, intihar'' denilerek arkadan vuruluyor! İslamize edilen Militarist Kuvvetler’deki bu anormal intihar-kaza oranının artışı  devam ediyor. Kitlesel intihar yaşanan bir ortamda grup stresi, amaçlı örgütlenmeler vardır. Yüzde 27’dir oran, bu demektir ki o birlikte 27 kişi depresyondadır. Bu olaylar, islamist militarist yapının bunalımlı olması, depresif olmasına işaret ediyor. Basında askeri kışlalarda yaşanan intihar ve ya cinayet haberleri birkaç satırla geçiştiriliyor. Yaşanan bu intihar olaylarını irdeleyen kimi muhalif basın organları ise yorum ve haberlerinde militaristlerin propagandasının ötesine geçemiyorlar. Yaşanan ölümlerin nedenleri irdelenmiyor. Yaşanan intiharlarda şu soruların yanıtlanması önemli: askerleri yaşamdan bezdiren, ölüm seçeneğine iten nedir? Ancak askeri kışlalarda sadece intiharlar yaşanmıyor. İntiharlar kadar intihar süsü verilmiş cinayetlerde var. Cinayeti kimler neden işliyor? İntihar ettiği söylenen askerlerin büyük bir kısmı Kürt veya diğer etnik topluluklardan... İntiharların Türkiye de sürmekte olan savaş ve milliyetçilikle bir bağlantısı var mı? İntiharlar kadar intihar süsü verilmiş cinayetlerde var. En önemlisi de bu intiharların-cinayetlerin arka planında ne var? Hem cinayet kurbanlarını, hem de cinayeti işleyenleri tanımak gerekiyor. 1980’lı yıllardan sonra kendisini yenilemeyen tek ordu başkaları için çalışan işbirlikçi militarist Türk ordusudur. Aynen Soğuk Savaş döneminin çatısı ve yapısı ile devam ediyor. Doktirini aynen donup kalmış: Ermeni-Kürt-Rum korkusu ile kandırılan cahil kitlelerin kanını içen bir kene, sürü kafalılığa odaklı ordu, diktalarla sağlanan ayrıcalıklar, rabıta örgütünce pompalanan petrol dollarları ve yurtdışında yaşayan insanların çocuklarından alınan haraçlarla palazlandı ve bu yapıyı kaybetmek istemiyor...Halbuki şimdiki ordular teknoloji odaklı ordu oldular. Cahil kitleleri ''kahraman mehmetçik'' diye pohpohlayan militarist sadistler ise insan sayısını her zaman olması gerekenden çok daha fazla tutarak yerli ve komşu halkları tehdit altında tutmak istiyorlar.
Tüm NATO üyelerinin toplamından daha fazla insan, Rum, Kürt ve Ermeni'lere karşı beyinleri yıkanmış olarak mobilize ediliyor, ama en ufak bir olayda hemen Amerika' ya yalvarılarak yardım isteniliyor! Kendi yarattıkları bir örgütü, terör örgütü ilan edebilmek için ise başka ülkelere yalvarmaktan utanmıyorlar!
Bu çok anlamlı…Mademki bu kadar şanlı bir ordusun, dünyanın en sayılı ordularından birisin, en disiplinlisin, senden daha büyüğü yok, peki bu telaş ve korku neden? Suriye sınırına yalvararak çağırdığın bu patriot füzeleri kime karşı kullanılacak? Türk Silahlı Kuvvetler’inin disiplin ve morali adına, etmedik işkence, dayak, küfürlerle sindirilen gencecik insanlar, 'teröristler geliyor' naraları ile öne sürülerek, pusuya düşürülüyor, şehit oldu denilerek de utanmadan törenler yapılıp, cesetleri politik hedefler için ortalarda gezdiriliyor. TSK' nin son 30 yıldaki en önemli faaliyetlerinden biri de işte bu ceset ticaretidir.

Militaristler suçu, sağlam raporu ile kafese aldıkları cahil insanların üstüne atmaya devam ediyorlar...

Militaristler yine bilinen aynı tehdit ve saldırılarla ortaya çıktılar:

''...Genelkurmay raporunda, TSK’daki intihar vakalarının en büyük nedeni olarak “uyuşturucu bağımlılığı” gösterildi. Kamuoyunda intiharların en büyük nedeni olarak gösterilen “kötü muamele” ise en son intihar nedeni olarak yer aldı....''  - Hürriyet-
Çoğu saf köylü gençler Silahlı Kuvvetler’e girerken, “ruh sağlığı yerinde” yani “sağlam raporu” ile giriyorlar. Akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayanlar askere alınmıyorlar bile... Bu ne ciddiyetsizlik, bu ne saçmalık?

''EN BÜYÜK NEDEN UYUŞTURUCU''.  TSK’da sivil yaşantısından kışlaya getirdiği sorunlar nedeniyle uyum güçlükleri yaşayan personelin de bulunduğu belirtildi. İntihar vakalarının en büyük nedenleri sırasıyla, “Uyuşturucu bağımlılığı, Ailevi sorunlar (Sevgisizlik, bölünmüş aile yapısı, gönül ilişkisi vb.), Aşırı borçlanma, Yüz kızartıcı olaylar (Ahlak dışı davranışlar), Uyumsuzluk ve Kötü muamele” olarak belirlendi.''  - Hürriyet-
Bundan daha fazla kepazelik olamaz! NATO ülkeleri arasında en az uyuşturucu Türkiye'de kullanılıyor ve müptela sayısı da en az Türkiye'de, nasıl oluyorda en çok intihar Türkiye' de oluyor, hemde 25 ülkenin tolam sayısından çok çok fazla? Türkiye, intihar eden bu kadar askerle, tek başına, uyuşturucunun en çok kullanıldığı tüm Avrupa ülkelerinin toplamından daha fazla bir sayıya nasıl ulaşabiliyor? Danimarka' nın müptela sayısı Türkiye' den  3  katı fazla, intihar nispeti ise 15 kere daha az! 
Kısaca TSK ' nin sıraladığı nedenlerin çoğu lüks tüketim toplumlarında rastlanan fenomenlerdir. Bahane uydurmak için ordan burdan kopya edilmiş dezenformasyonlardır.
Nasıl oluyorda sağlam, sigara bile kullanmayan çoğu saf köylü çocuğu intihar etme noktasına geliyor. Burada olağanüstü anormal bir şeyler var demektir. Yönetici durumundaki komutan, betonlaşmış çağdışı doktirin, yağma talan ideolojisi, ırkçı islamizm, amir durumundaki sadistlerin mobbing’i vardır, kötü uygulaması vardır, terör ve zulüm vardır. Ne yazıkki cahil kitle çocuklarını vatan için feda diye böylesine bir tuzağa göndermekten vazgeçmiyor. “Oraya gidince erkek olur, yoksa oğluma kız vermezler, vatanı savunur, şehit olur” tarzında konuşan beyinleri yıkanmış sadist kitle var oldukça kriminal ruhlu insanların oluşturduğu bu köhne yapı da varlığını devam ettirir.
Bu gençlerin askere alınırken psikolojik testten geçirildiğini herkes biliyor. Acaba bu psikolojik testler ne oldu? Verilen raporlardan eğer sağlam raporu almış bir kişi askere gidiyor, askerde intihar ediyorsa bütün geçmişte sağlam raporu verenleri sorgulamak gerekiyor. Şu anda,  yağma talancı doktirine sahip bu militarist yapının İslamize edilmesi de sorunları çözemez. Her kışlaya bir mescit, imam hatip okulu, hacı subaylar, her askere bir imam sloganı ile ''reform'' yaptığını savunan İslamistler, uygarlığın değerlerini reddeden, dışlayan bu yapının, İnsanın psikolojik sağlığını bozan bu sistemin, eski Osmanlı kafasına doğru reforme edilmesinin, baskı terör hareketlerini daha da yaygınlaştıracağı gerçeğini örtbas edemezler...
Militarizm, bütün insan ilişkilerinde tahakkümü ve sistematik şiddeti meşru gören, olumlayan, toplumun bütün dokularına sinmiş bir hastalık. İslamiyet ise özünde cihat ve ganimet kavramlarını esas alır. Bu iki kavram empatiye yer vermez. Yüksek bir güce bağlı olarak insanlar onun dediğini sandıklarını yaptıkları zaman günahsız olduklarını düşünürler. Dolaysıyla batılı anlamda bir ahlaktan söz edemeyiz. Örneğin İsrail’e yüzlerce füze attıkları için övünürler, onları korkutmak hoşlarına gider övünürler ama İsrail’in attığı füzeler onları şaşırtır. Çamlıca camisi de böyle bir yaklaşımın ürünü. Anlamayı reddeden çünkü yüce varlık anlamayı, empati yapmayı gereksiz bulmuştur diye düşünen bir yaklaşımın ürünü.
Ancak çağdaş dünya bu ahlak anlayışını kabul etmiyor artık. Empati istiyor, iletişim istiyor. Aksini zorbalık olarak görüyor.

Türk islam sentezi uygarlık için bir lekedir: Kalpazanından işkencecisine hertürlü suç işleyeni bu ideolojinin arkasına sığınıyor.
Terör, yolsuzluk, haksızlık, adaletsizlik, adam kayırma, fuhuş, ahlaksızlık, cinayetler, yalan ve talanı maskelemek için kullanılan ırkçı Vahhabici Türk İslam ideolojisinin diktacıları, mezhep, aşiret kavgaları ile insanları din adına öldürüyor, kentleri yakıyor, yıkıyor, yağmalıyor, ama petrol milyarları, birikmiş dövizler, Hac'tan sağlanan milyarlarca doları da çetelerinin servetlerine katıyorlar. Bu derece gaflet içinde olan halklar oynanan oyunun farkında değil, akın akın hac adına çöllere milyarlar aktarıyorlar. İslamiyet bu anlamda, doğmaları ve uygulamaları bakımından bütün diktatörlüklerin, tarihteki bütün yıkım ve yağmalamaların ihtiyaçlarına çok iyi biçimde cevap vermiş ve de vermeye devam etmektedir.  Askeri veya sivil diktatörlük islamiyeti kullanarak kendisine çok sayıda kadro bulabilmekte ve yine bu kadroları iyi bir biçimde eğitebilmektedir. İşkencecilerin ve katiller sürüsünün motivasyonunda islam dini sayesinde herhangi bir zorluk çekilmemektedir. Diyanet İşleri Başkanlığıyla devlet ve partileri ve tarikatları,cemayetleri vb vasıtasıyla şeritaçılar islam dinine sarılarak toplumu zehirlemeye ve kaderciliği ve şürücülüğü geliştirmeye çalışmaktadırlar.
Cami hocası, müezzin, şıh, şeyh vb diyanet görevlileri toplumun en ayrıcalıklı tabakası olarak Türkiye' de ki aşiret kabile dönemlerinden kalma  Feodal köleci toplumun türemeleri olarak  alanı terk etme yerine hızla tüm alanları ele geçirme yarışında kuvvet kazanıyorlar... ŞEYH, ŞIH, MOLLA köleci toplumun artıkları olmalarına rağmen şimdilerin iktidar savaşında yeniden sahnenin ön tarafında yer alıyorlar. Dikkat edecek olursak Muhammet' in Arabistan’daki egemenliğinden itibaren yayılmacı bir karakter izleyerek Ortadoğu’nun kuzeyine ve Orta Asya’ya, Uzak Asya’ya ve de Afrika’da  yayılmıştır. Köleci bir yayılma olan dinci-sömürgeci yayılma kavimlerin kendi özbenliklerini yok etmiştir. İslam denilen zehiri onların bünyesine akıtmıştır. Onları  neredeyse kültürel planda tamamen yoketmiştir. Yayıldığı alanlarda  Kuran’da yer alıyor adı altında bir çok yeni doğan bebeğe o dönemin Arap politik liderlerinin,kelle kesen silahşörlerinin adları    verilmiştir. ( islam mezhepleri, Muhamed' in yerine geçmek için ölüm kalım savaşı veren, birbirlerini öldüren taht kavgacıları tarafından ortaya çıkarılmıştır). Bu topraklarda da dinci-sömürgecilik kendini en bariz olarak insanların isimlerinde  göstermektedir. Mustafa, Mehmet- muhamed' in kısaltılmış hali-, Ali, Ayşe, Fatma, Hatice, Ömer, Hasan, Kemal, Osman gibi  isimler hala yoğun olarak kullanılmaktadır. Halbuki Anadolu medeniyetlerinde bu isimlere yer yoktur, Arap istilacıları, Asya göçmenleri ile beraber Anadolu uygarlılarını yok ettikten sonra, kültürel yıkımı bu şekilde sembolleştirmiştir.

Bu yüzden insanlık özgürlük arayışında militarizmle ve islamizmle hesaplaşmak zorundadır. Militaristler, Türkiye'de hala bir tabu, İslamistler gene öyle..insanlar hala din iman karıştırılmış marşlarla, cafcaflı bayram kutlamalarıyla büyüyor. Kendi tarihini, fetihçi, asker bir millet olduğuna inanmış bunun erdemlerini vazeden, resmi tarihin doktirinine islamizm zehirini iyice şırıngılamakla daha beter bir durumun ortaya çıkacağı kesin...Türkiye'deki egemen sistemin yerli halkları düşman ilan eden militarist islamist kimliği AKP tarafından devralındı.

Buradan post modern Türk İslam militarizmin bir kaç özelliğine göz atalım.Türk militarizmi Müslüman, Türk, erkek, suni ve Kemalist’tir. Bu özellikler cumhuriyeti kuran kadronun özellikleridir. Bu milliyetçi ve ulusçu ideoloji Mustafa kemal şahsında ifadesini buldu. Türk olmayanlar, Müslüman olmayanlar, suni olmayanlar ve Kemalist olmayanlar dışlandılar. Bu unsurlar resmi devletin söylem ve yapısına tehdit olarak algılandılar. Devlet hiçbir zaman bu unsurları kendi içine almadı. Devlet bu unsurlardan korktu. Bu korku dışlama ve tehdit algısı Kürt, Rum, Ermeni, Alevi katliamına yol açtı.
Asker etrafında örgütlenmiş militarist yapının bir dizi mitosu var; Türklük, Müslümanlık, Atatürk, bayrak, vatanın bölünmez bütünlüğü, kutsal devlet, kahraman Türk askeri, cennet ve şehadet. Tabi bu mitosların dışında olanlar, farklılıklarını koruyanlar tehlikeli ve haindirler. Bu hainlerden, düşmanlardan korunmak için öldüreceksin. Korunmak için ezeceksin. Bu algı ordu içindeki bir dizi cinayetin ölümlerin esas nedeni ve kaynağı oldu.
1914' e kadar Anadoluda başlıca 4 büyük halk yaşıyordu, Türk nüfusu henüz çoğunluk değildi. Rumlar, başta karadeniz alanında- çoğunlukla Müslümanlığa geçmeseydi, hemen hemen Türk nüfusuna yetişiyorlardı. Ermeni ve Kürtler yaklaşık yüzde 40 civarında bir nüfus oluşturuyorlardı. Ama beyinleri yıkanmış, kandırılmış, hafıza kaybına uğratılmış bugünkü 75 milyon insan, Anadolu' nun sanki ani bir gök gürlemesi ile Türkleştiğini, orta Asya' nın steplerinden gelen bir avuç göçebenin boş tertemiz bir alan bulup, orada safi ırkını genişletip bugünkü haline geldiğine öylesine inandırılmış ki, bu insanların şimdiki terör, şiddet ve tehdit algısı ile oluşturulan bir çemberin dışına çıkması tamamen imkansız bir olaydır. Bu otoriter sistemin başlıca gücü ordu ve Diyanet, nakşiciler, süleymancılar, milli görüşçüler denilen islamist paramiliter örgütlenmeler oluyor. Ve burada itattin egemen kılınması için disiplin devreye giriyor. Sıkı bir disiplin uygulanıyor. Devlet gücünü göstermek için terbiye etme sürecine başlıyor. Kışlalar kişinin insiyatifi ve karar hakkı ortadan kaldırırken, tamamen nesnel ve edilgen duruma getiriyor. Kışlada kişi emir komuta altında bir hiçtir ve aşağılanıyor. Bu süreç aslından en hafif deyimi ile bir kişilik tecavüzüdür. Şu nedenle tecavüz diyorum: devlet kendi doğrularını, kendi kutsallarını zorla rızasız bireye empoze ediyor. Zorunlu askerlik uygulaması aslında bu yönü ile devletin vatandaşına tecavüzüdür. Kişi ne dense onu yapmak zorundadır. Kendini donatamamış bireyin bu katı otoriter militarime karşı çıkması ve sorgulaması mümkün değildir. Bu tabi kişide bir çaresizlik duygusu oluşturur. Bu çaresizlikte bireyin karşı durmak için yapabildiği tek şey ölmek oluyor. Bir anlamda intiharda kararlaşırken buna özgürleşme çabası da denebilir. Birey karşı duramayınca, kurtulma gücü bulamayınca intihar ediyor. O böyle kurtuluyor. Militarist sistemin bireyi büyük gayeler, kutsal amaçlar için ölür. Bayrak, vatan, Atatürk, cennet, şahadet ve devlet gibi…Oysa intihar edenler sadece kurtulmak için ölüyorlar. Demek ki dayanılmaz bir acı duyuyorlar ki bunu yapıyorlar. Evet kışlalarda cinayet vakaları yoğun bir şekilde yaşanıyor. Cinayeti işleyenler ise bir ideolojinin yarattığı nesnellikle kişilik ölümlerini gerçekleştiriyor..
Yurtdışında doğan, Türkçe' yi bilmeyen  4. kuşak Türk çocuklarının çocuklarını bile 10 000  Euro ile haraca bağlayan TSK mafyası, vatan görevi, her erkek "Türk' ün kutsal hizmeti", ''yapmazsan kız vermezler'', diye lanse ettiği militarist terörcü doktirinini terk etmiyor. Türk Devleti’ne göre “Bedelli Askerlik” uygulaması “sunulan hizmet”tir ve Türkiye’li göçmenlerin, askerlik süresi yüzünden oturum statüleri ve işlerinin tehlikeye girmemesini sağlar!. Resmen tehdit var. Her ne kadar anaerkil bir kavramla “anavatan” için denilse de burada söz konusu olan asıl mesele, “Yurtdışı Türkleri”nin kelle parasıdır. Gerçekte bu “hizmet” kendi Vatandaşlarına karşı savaş için askeri bütçeye kaynak gasbıdır. Avrupa alanında yaklaşık 140  ülkeden göçmenler yaşıyor. Bunlardan yalnızca Türkiye orada doğanları sonsuza kadar böylesine bir haraca bağlıyor. Hiç bir ülke kendi toprakları dışında doğan çocukları, ''zorunlu vatan görevi, zorunlu askerlik'' adı altında baskı altına alıp binlerce euroluk bir soyguna tabi tutmuyor. Bu noktada bir daha ispatlanıyor ki Türkiye, askeri ile, dini ile ve genel olarak bütün kültürü ile çok gerilere saplanıp kalmıştır. Bu nedenledir ki de hiç bir topluma entegre olamıyor, Türk kelimesi, türk imajinasyonu o kadar negatifse, bunun objektif nedenleri vardır! Japon' yalı bir insanda bile bu imaj varsa bunun kökten irdelenmesinde yarar vardır.
“ölünecekse vatan için olacak” söylemi, “her türk asker doğar ve yaşar” mistik söylemi de bu intiharlar karşısında iflas ediyor. Öyle şehitlik payeleri ile ödüllendirilmeyi hayal edenlerin anlayamadıkları bir tercih. Çünkü bütün kutsal kitaplar ve militarist güçler itaatsiz ölümü günah ve yasak sayıyolar. İşte tamda burada yaşanan intiharlar anlam kazanıyorlar. Ve irdelenmeyi hak ediyor. Askeri kışlada intihar eden askerler yaşanmışlıklara tahammüllerinin sonuna geldiklerinden yapıyorlar.
TSK disiplin ve moral şubesi denilen vahşet örgütü, disiplin ve  moral adına falaka ve küfürleri, asma ve kesmeyi vatan görevleri kisvesi altında doktirine ediyor, buna karşı çıkanları vatan haini, terorist ilan ediyor. Osmanlı döneminden daha geri bir yapılanmayı, dünyanın en şanlı ordusu, kahraman mehmetçiklerin birlikleri adı altında cahil insanlara yutturmaya çalışan kokuşmuş köhne yapının, şimdiki hali ile Arap ordularından daha iyi olduğuna inanmak saflık olacaktır. Son olarak, ABD' ye yalvarıp Suriye sınırına patriotları yerleştiren imamın ordusunun, kendi çapulcuları ile uğraşıp yıpranan Esad güçlerinden bile ne kadar korktuğu, hiç bir moral veya disipline sahip olmadığı, hizipleşerek, bölünen ve yabancı güçlerce satın alınan subayların denetimine girdiğini görebilmekteyiz.

Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

Esin Duran,
Selda Suner,
N. Gök,
Sezer Aşkın,
Melahat Baykara,
Uğur Demir
Ismail B. Cenk
Bedri Engin,
Selma Altuntaş,
Filiz Serin,
Nedim Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman Bahar
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Murat Çetindal
Ali OkyarMusa Tekin
Aslı Birdal
Nazmi Doğan

İnci Gür
L. Okar
Mürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız
Murat Nidar
şemsi Kaya
Ayten Ekşi,
Eda leman

nermin ışıl
D. Polat
Kadir Erdem
Serdar OKTAY
Mehmet Özdemir
Mustafa Erkan
Nuri AKTAS
Emine AKTAS
O. Kadir Ergun

http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi

Tuesday, December 11, 2012


Asker mafyası ve Kelleparası Gaspı denilen ''Bedelli Askerlik''


Din iman ırk ile kışkırtılan, fakir fukaranın vergi paraları ile palazlanan imamın ordusu pısırık çıktı. Müslüman mezheplerinin iç savaşından başını kaldıramayan Esad bizi vuracak diye, Nato'ya yalvar
ıp, sınıra Patriot füzelerini yerleştirten İslamcılar zavallılklarını gizleyemiyorlar. ''allah, allah'' naraları, bu defada Patriotların rampalarına dayanıp kaldı!
Bölgede savaş kışkırtıcılığına katılan dinciler, içerde devam eden, Suriye iç savaşından farksız, yılların kan akışını ufak bir terör olayı şeklinde yansıtarak Militaristlerin çizgisi dışına çıkmadılar...Turkiye' de ki olaylar Suriye'den farksız. Örneğin askerdeki intihar olayları daha önceki yıllara göre genel bir artış gösteriyor, çatışmalarda ölenlerden daha çok insan çoğu zaman adına ''kaza, intihar'' denilerek arkadan vuruluyor! İslamize edilen Militarist Kuvvetler’deki bu anormal intihar-kaza oranının artışı  devam ediyor. Kitlesel intihar yaşanan bir ortamda grup stresi, amaçlı örgütlenmeler vardır. Yüzde 27’dir oran, bu demektir ki o birlikte 27 kişi depresyondadır. Bu olaylar, islamist militarist yapının bunalımlı olması, depresif olmasına işaret ediyor. Basında askeri kışlalarda yaşanan intihar ve ya cinayet haberleri birkaç satırla geçiştiriliyor. Yaşanan bu intihar olaylarını irdeleyen kimi muhalif basın organları ise yorum ve haberlerinde militaristlerin propagandasının ötesine geçemiyorlar. Yaşanan ölümlerin nedenleri irdelenmiyor. Yaşanan intiharlarda şu soruların yanıtlanması önemli: askerleri yaşamdan bezdiren, ölüm seçeneğine iten nedir? Ancak askeri kışlalarda sadece intiharlar yaşanmıyor. İntiharlar kadar intihar süsü verilmiş cinayetlerde var. Cinayeti kimler neden işliyor? İntihar ettiği söylenen askerlerin büyük bir kısmı Kürt veya diğer etnik topluluklardan... İntiharların Türkiye de sürmekte olan savaş ve milliyetçilikle bir bağlantısı var mı? İntiharlar kadar intihar süsü verilmiş cinayetlerde var. En önemlisi de bu intiharların-cinayetlerin arka planında ne var? Hem cinayet kurbanlarını, hem de cinayeti işleyenleri tanımak gerekiyor. 1980’lı yıllardan sonra kendisini yenilemeyen tek ordu başkaları için çalışan işbirlikçi militarist Türk ordusudur. Aynen Soğuk Savaş döneminin çatısı ve yapısı ile devam ediyor. Doktirini aynen donup kalmış: Ermeni-Kürt-Rum korkusu ile kandırılan cahil kitlelerin kanını içen bir kene, sürü kafalılığa odaklı ordu, diktalarla sağlanan ayrıcalıklar, rabıta örgütünce pompalanan petrol dollarları ve yurtdışında yaşayan insanların çocuklarından alınan haraçlarla palazlandı ve bu yapıyı kaybetmek istemiyor...Halbuki şimdiki ordular teknoloji odaklı ordu oldular. Cahil kitleleri ''kahraman mehmetçik'' diye pohpohlayan militarist sadistler ise insan sayısını her zaman olması gerekenden çok daha fazla tutarak yerli ve komşu halkları tehdit altında tutmak istiyorlar.
Tüm NATO üyelerinin toplamından daha fazla insan, Rum, Kürt ve Ermeni'lere karşı beyinleri yıkanmış olarak mobilize ediliyor, ama en ufak bir olayda hemen Amerika' ya yalvarılarak yardım isteniliyor! Kendi yarattıkları bir örgütü, terör örgütü ilan edebilmek için başka ülkelere yalvarmaktan da utanmıyorlar!
Bu çok anlamlı…Mademki bu kadar şanlı bir ordusun, dünyanın en sayılı ordularından birisin, en disiplinlisin, senden daha büyüğü yok, peki bu telaş ve korku neden? Suriye sınırına yalvararak çağırdığın bu patriot füzeleri kime karşı kullanılacak? Türk Silahlı Kuvvetler’inin disiplin ve morali adına, etmedik işkence, dayak, küfürlerle sindirilen gencecik insanlar, 'teröristler geliyor' naraları ile öne sürülerek, pusuya düşürülüyor, şehit oldu denilerek de utanmadan törenler yapılıp, cesetleri politik hedefler için ortalarda gezdiriliyor. TSK' nin son 30 yıldaki en önemli faaliyetlerinden biri de işte bu ceset ticaretidir.

Militaristler suçu, sağlam raporu ile kafese aldıkları cahil insanların üstüne atmaya devam ediyorlar...

Militaristler yine bilinen aynı tehdit ve saldırılarla ortaya çıktılar:

''...Genelkurmay raporunda, TSK’daki intihar vakalarının en büyük nedeni olarak “uyuşturucu bağımlılığı” gösterildi. Kamuoyunda intiharların en büyük nedeni olarak gösterilen “kötü muamele” ise en son intihar nedeni olarak yer aldı....''  - Hürriyet-
Çoğu saf köylü gençler Silahlı Kuvvetler’e girerken, “ruh sağlığı yerinde” yani “sağlam raporu” ile giriyorlar. Akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayanlar askere alınmıyorlar bile... Bu ne ciddiyetsizlik, bu ne saçmalık?

''EN BÜYÜK NEDEN UYUŞTURUCU''.  TSK’da sivil yaşantısından kışlaya getirdiği sorunlar nedeniyle uyum güçlükleri yaşayan personelin de bulunduğu belirtildi. İntihar vakalarının en büyük nedenleri sırasıyla, “Uyuşturucu bağımlılığı, Ailevi sorunlar (Sevgisizlik, bölünmüş aile yapısı, gönül ilişkisi vb.), Aşırı borçlanma, Yüz kızartıcı olaylar (Ahlak dışı davranışlar), Uyumsuzluk ve Kötü muamele” olarak belirlendi.''  - Hürriyet-
Bundan daha fazla kepazelik olamaz! NATO ülkeleri arasında en az uyuşturucu Türkiye'de kullanılıyor ve müptela sayısı da en az Türkiye'de, nasıl oluyorda en çok intihar Türkiye' de oluyor, hemde 25 ülkenin tolam sayısından çok çok fazla? Türkiye, intihar eden bu kadar askerle, tek başına, uyuşturucunun en çok kullanıldığı tüm Avrupa ülkelerinin toplamından daha fazla bir sayıya nasıl ulaşabiliyor?
Kısaca TSK ' nin sıraladığı nedenlerin çoğu lüks tüketim toplumlarında rastlanan fenomenlerdir.
Nasıl oluyorda sağlam, sigara bile kullanmayan çoğu saf köylü çocuğu intihar etme noktasına geliyor. Burada olağanüstü anormal bir şeyler var demektir. Yönetici durumundaki komutan, betonlaşmış çağdışı doktirin, yağma talan ideolojisi, ırkçı islamizm, amir durumundaki sadistlerin mobbing’i vardır, kötü uygulaması vardır, terör ve zulüm vardır. Ne yazıkki cahil kitle çocuklarını vatan için feda diye böylesine bir tuzağa göndermekten vazgeçmiyor. “Oraya gidince erkek olur, yoksa oğluma kız vermezler, vatanı savunur, şehit olur” tarzında konuşan beyinleri yıkanmış sadist kitle var oldukça kriminal ruhlu insanların oluşturduğu bu köhne yapı da varlığını devam ettirir.
Bu gençlerin askere alınırken psikolojik testten geçirildiğini herkes biliyor. Acaba bu psikolojik testler ne oldu? Verilen raporlardan eğer sağlam raporu almış bir kişi askere gidiyor, askerde intihar ediyorsa bütün geçmişte sağlam raporu verenleri sorgulamak gerekiyor. Şu anda,  yağma talancı doktirine sahip bu militarist yapının İslamize edilmesi de sorunları çözemez. Her kışlaya bir mescit, imam hatip okulu, hacı subaylar, her askere bir imam sloganı ile ''reform'' yaptığını savunan İslamistler, uygarlığın değerlerini reddeden, dışlayan bu yapının, İnsanın psikolojik sağlığını bozan bu sistemin, eski Osmanlı kafasına dönmesinin, yağma ve talan hareketlerini daha da yaygınlaştıracağı gerçeğini örtbas edemezler...
Militarizm, bütün insan ilişkilerinde tahakkümü ve sistematik şiddeti meşru gören, olumlayan, toplumun bütün dokularına sinmiş bir hastalık. Bu yüzden insanlık özgürlük arayışında militarizmle hesaplaşmak zorundadır. Militaristler, Türkiye'de hala bir tabu, insanlar hala din iman karıştırılmış marşlarla, cafcaflı bayram kutlamalarıyla büyüyor. Kendi tarihini, fetihçi, asker bir millet olduğuna inanmış bunun erdemlerini vazeden, resmi tarihin doktirinine islamizm zehirini iyice şırıngılamakla daha beter bir durumun ortaya çıkacağı kesin...Türkiye'deki egemen sistemin yerli halkları düşman ilan eden militarist islamist kimliği AKP tarafından devralındı.
Buradan post modern Türk İslam militarizmin bir kaç özelliğine göz atalım.Türk militarizmi Müslüman, Türk, erkek, suni ve Kemalist’tir. Bu özellikler cumhuriyeti kuran kadronun özellikleridir. Bu milliyetçi ve ulusçu ideoloji Mustafa kemal şahsında ifadesini buldu. Türk olmayanlar, Müslüman olmayanlar, suni olmayanlar ve Kemalist olmayanlar dışlandılar. Bu unsurlar resmi devletin söylem ve yapısına tehdit olarak algılandılar. Devlet hiçbir zaman bu unsurları kendi içine almadı. Devlet bu unsurlardan korktu. Bu korku dışlama ve tehdit algısı Kürt, Rum, Ermeni, Alevi katliamına yol açtı.
Asker etrafında örgütlenmiş militarist yapının bir dizi mitosu var; Türklük, Müslümanlık, Atatürk, bayrak, vatanın bölünmez bütünlüğü, kutsal devlet, kahraman Türk askeri, cennet ve şehadet. Tabi bu mitosların dışında olanlar, farklılıklarını koruyanlar tehlikeli ve haindirler. Bu hainlerden, düşmanlardan korunmak için öldüreceksin. Korunmak için ezeceksin. Bu algı ordu içindeki bir dizi cinayetin ölümlerin esas nedeni ve kaynağı oldu.
1914' e kadar Anadoluda başlıca 4 büyük halk yaşıyordu, Türk nüfusu henüz çoğunluk değildi. Rumlar, başta karadeniz alanında- çoğunlukla Müslümanlığa geçmeseydi, hemen hemen Türk nüfusuna yetişiyorlardı. Ermeni ve Kürtler yaklaşık yüzde 40 civarında bir nüfus oluşturuyorlardı. Ama beyinleri yıkanmış, kandırılmış, hafıza kaybına uğratılmış bugünkü 75 milyon insan, Anadolu' nun sanki ani bir gök gürlemesi ile Türkleştiğini, orta Asya' nın steplerinden gelen bir avuç göçebenin boş tertemiz bir alan bulup, orada safi ırkını genişletip bugünkü haline geldiğine öylesine inandırılmış ki, bu insanların şimdiki terör, şiddet ve tehdit algısı ile oluşturulan bir çemberin dışına çıkması tamamen imkansız bir olaydır. Bu otoriter sistemin başlıca gücü ordu ve Diyanet, nakşiciler, süleymancılar, milli görüşçüler denilen islamist paramiliter örgütlenmeler oluyor. Ve burada itattin egemen kılınması için disiplin devreye giriyor. Sıkı bir disiplin uygulanıyor. Devlet gücünü göstermek için terbiye etme sürecine başlıyor. Kışlalar kişinin insiyatifi ve karar hakkı ortadan kaldırırken, tamamen nesnel ve edilgen duruma getiriyor. Kışlada kişi emir komuta altında bir hiçtir ve aşağılanıyor. Bu süreç aslından en hafif deyimi ile bir kişilik tecavüzüdür. Şu nedenle tecavüz diyorum: devlet kendi doğrularını, kendi kutsallarını zorla rızasız bireye empoze ediyor. Zorunlu askerlik uygulaması aslında bu yönü ile devletin vatandaşına tecavüzüdür. Kişi ne dense onu yapmak zorundadır. Kendini donatamamış bireyin bu katı otoriter militarime karşı çıkması ve sorgulaması mümkün değildir. Bu tabi kişide bir çaresizlik duygusu oluşturur. Bu çaresizlikte bireyin karşı durmak için yapabildiği tek şey ölmek oluyor. Bir anlamda intiharda kararlaşırken buna özgürleşme çabası da denebilir. Birey karşı duramayınca, kurtulma gücü bulamayınca intihar ediyor. O böyle kurtuluyor. Militarist sistemin bireyi büyük gayeler, kutsal amaçlar için ölür. Bayrak, vatan, Atatürk, cennet, şahadet ve devlet gibi…Oysa intihar edenler sadece kurtulmak için ölüyorlar. Demek ki dayanılmaz bir acı duyuyorlar ki bunu yapıyorlar. Evet kışlalarda cinayet vakaları yoğun bir şekilde yaşanıyor. Cinayeti işleyenler ise bir ideolojinin yarattığı nesnellikle kişilik ölümlerini gerçekleştiriyor..
Yurtdışında doğan, Türkçe' yi bilmeyen  4. kuşak Türk çocuklarının çocuklarını bile 10 000  Euro ile haraca bağlayan TSK mafyası, vatan görevi, her erkek "Türk' ün kutsal hizmeti", ''yapmazsan kız vermezler'', diye lanse ettiği militarist terörcü doktirinini terk etmiyor. Türk Devleti’ne göre “Bedelli Askerlik” uygulaması “sunulan hizmet”tir ve Türkiye’li göçmenlerin, askerlik süresi yüzünden oturum statüleri ve işlerinin tehlikeye girmemesini sağlar!. Resmen tehdit var işin içinde..Her ne kadar anaerkil bir kavramla “anavatan” için denilse de burada söz konusu olan asıl mesele, “Yurtdışı Türkleri”nin kelle parasıdır. Gerçekte bu “hizmet” kendi Vatandaşlarına karşı savaş için askeri bütçeye kaynak gasbıdır. Avrupa alanında yaklaşık 140  ülkeden göçmenler yaşıyor. Bunlardan yalnızca Türkiye orada doğanları sonsuza kadar böylesine bir haraca bağlıyor. Hiç bir ülke kendi toprakları dışında doğan çocukları, ''zorunlu vatan görevi, zorunlu askerlik'' adı altında baskı altına alıp binlerce euroluk bir soyguna tabi tutmuyor. Bu noktada bir daha ispatlanıyor ki Türkiye, askeri ile , dini ile ve genel olarak şimdiki bir bütün kültürü ile çok gerilere saplanıp kalmıştır. Bu nedenledir ki de hiç bir topluma entegre olamıyor...
“ölünecekse vatan için olacak” söylemi, “her türk asker doğar ve yaşar” mistik söylemi de bu intiharlar karşısında iflas ediyor. Öyle şehitlik payeleri ile ödüllendirilmeyi hayal edenlerin anlayamadıkları bir tercih. Çünkü bütün kutsal kitaplar ve militarist güçler itaatsiz ölümü günah ve yasak sayıyolar. İşte tamda burada yaşanan intiharlar anlam kazanıyorlar. Ve irdelenmeyi hak ediyor. Askeri kışlada intihar eden askerler yaşanmışlıklara tahammüllerinin sonuna geldiklerinden yapıyorlar.
TSK disiplin ve moral şubesi denilen vahşet örgütü, disiplin ve  moral adına falaka ve küfürleri, asma ve kesmeyi vatan görevleri kisvesi altında doktirine ediyor, buna karşı çıkanları vatan haini, terorist ilan ediyor. Osmanlı döneminden daha geri bir yapılanmayı, dünyanın en şanlı ordusu, kahraman mehmetçiklerin birlikleri adı altında cahil insanlara yutturmaya çalışan kokuşmuş köhne yapının, şimdiki hali ile Arap ordularından daha iyi olduğuna inanmak saflık olacaktır. Son olarak, ABD' ye yalvarıp Suriye sınırına patriotları yerleştiren imamın ordusunun, kendi çapulcuları ile uğraşıp yıpranan Esad güçlerinden bile ne kadar korktuğu, hiç bir moral veya disipline sahip olmadığı, hizipleşerek, bölünen ve yabancı güçlerce satın alınan subayların denetimine girdiğini görebilmekteyiz.

Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

Esin Duran,
Selda Suner,

N. Gök,
Sezer Aşkın,
Melahat Baykara,
Uğur Demir
Ismail B. Cenk
Bedri Engin,
Selma Altuntaş,
Filiz Serin,
Nedim Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman Bahar
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Murat Çetindal
Ali OkyarMusa Tekin
Aslı Birdal
Nazmi Doğan

İnci Gür
L. Okar
Mürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız
Murat Nidar
şemsi Kaya
Ayten Ekşi,
Eda leman

nermin ışıl
D. Polat
Kadir Erdem
Serdar OKTAY
Mehmet Özdemir
Mustafa Erkan


http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi


Tuesday, December 4, 2012


AVRUPA VE ENTEGRASYON

Avrupa kapıları açılınca, Anadolu'da, boy-aşiret-kabile sosyo-kültürel aşamasını aşamamış milyonlarca insan direkmen  Avrupa'ya yöneldi. Büyük kitleler, Türkiye' de yükselmeye başlayan ırkçı - dinci ideolojilerin yörüngesinde, bir yerleri talan ve yağmaya gidiyormuş gibi, hiç bir kural ve kaide tanımadan Avrupa' ya akın etmeye başladılar. Orada yüzyıllar boyunca  nice emek ve alın terleri ile kazanılmış haklara tepeden konan ve aynı zamanda da bu hakların yokedilmesinde yeni bir dönemin açılmasına yol açan bu kitleler, kanunlardaki açıklardan yararlanarak, soy-soplarını son ferdine kadar beraberlerinde sürükleyerek, 1000 yıl önce Anadolu'ya akın eden atalarının yaptıklarına benzer bir durumun ortaya çıkmasını sağladılar.
Anadolu'yu Müslümanlaştıran çöl ve step kabilelerinin sosyo-piskolojik yapısının nüveleri burada kendisini yeniden gösteriyordu. Aile kurma veya birleşimi adına soy sop evliliği yapılıyor, bebekler daha ana karnında iken kuzen ve yeğenlerle 'evlendiriliyordu', azami bir kitleyi sürüklemek için insanlar tekrar tekrar evlendirilip, boşandırılıyor, kadınlar oturum almak için, birer kağıt parçası olarak kullanıldıktan sonra, ödenek, din vatan uğruna fedekarlık adına susturulup sokağa atılıyordu. Ama tam hızlada her sene bir çocuk yapılıyor ve bunlar tarikat ve cemaatlere birer hediye olarak teslim ediliyordu. Tarihteki aşiret- klan- boy yapılanmasının Anadolu'dan alınıp, Avrupa'nın göbeğine yerleştirilmesi işte böylece bir gerçek oluyordu.
Kan bağlarının temel rol oynadığı kapalı sülale evlilikleri ile çoğalan bu kitle içerisinde görülen olağanüstü derecedeki uyumsuzluk, şizofrenik hastalıklar, doğan çocuklarda ki aşırı agresyon, biyolojik çarpıklıklar, zeka derecesindeki feci düşüşün temellerinde, yalnızca dış faktör değil, aynı zamanda, aile zorlamaları ile gerçekleşen bu yakın kan eviliklerinin yol açtığı genetik deformasyon da önemli bir faktör olarak kendini gösteriyordu. Böylesine bir temel üzerinde yükselen bir kitle, yalnızca Avrupalılarla değil, Çin'liler, Avrupa' ya gelmiş İranlılar, Kore'liler veya şili' lerle de entegrasyon problemi yaşıyor!!...

Bu kitlenin sosyo-piskolojik yapısı 1400 yıl evelki Arap aşiretlerinin durumundan hiçte ileri değil:

Halife Ömer peygamber Muhamet'in kızının kızını alarak, hem de 60 yaşında ve 12-13 yaşında bir kızı alarak  o dönemin aşiret kültürüne uyuyordu. Ebebekir’in kızı Muhammed’e, Muhammed’in kızı Osman’a, Ömer’in kızı Muhammed’e, Muhammed’in kızı Ali’ye, Ali’nin kızı Ömer’e vs. vs. İşte bu cümbüş yapı Anadolu' dan Avrupaya hala akın etmeye devam eden, aynı yolda ilerleyen kitlenin de esas karakteristiğidir. Muhamet döneminde Arap aşiretleri bu taktikle ultim bir nüfus patlaması yaparak 22  yıl içerisinde 30 dan fazla ülkeyi ele geçirdiler. Bu taktik Orta Asya siteplerinden akıp gelen Müslümanlaşmış boyların, Anadolu topraklarını ele geçirmeleri sürecinde de temel bir rol oynadı.
R. T. Erdoğan, şimdiki hedefimiz   2071 şifresi ile, Avrupa göbeğinde betonlaşmış, aynı ideolojik- politik yapıya sahip tarikat ve tekkelerin denetimindeki klan-soy-sop topluluklarının önüne, bilinen hedefi yeniden koyuyordu.
Kendilerini kıskaç altında tutan, onların potansiyellerini negatif yönde değerlendiren örgütlenmelerden kurtulamayan  insanların baş sorunu kuşkusuz işte kendilerinin yarattığı bu uyum(entegrasyon)sorunudur. Bu sorunun içinde, davranış kalıplarındaki anormallikler, sosyalleşme sorunları, duygusal savrulmalar, yalnızlık ve itilmişlik duygusuna kapılma, ebeveyinlerden devralınan kabile-aşiret  kültürel varlığının parçalandığını düşünme önemli içsel sorunlardır. Kısacası uyum sorunu içseldir.
Yağmacı talancı Osmanlı güruhu bu aşiret klan boylarını gurbet denilen alanda da yakaladı...Askerlik parası, vize parası, ayakbastı parası ve dini hizmetler adına bilinen haraçlar konuldu. Göçmen işçi kitlesine Avrupa' da doğan erkek çocukları için askerlik parası adı altında binlerce Mark ödeme zorunluluğu getirildi. Dini hizmetler adına bilinçsiz kitle kandırılıyor, imamların 2. maaşları bile bunlara ödetiriliyor, Tekke ve cemaatler devlet desteğinde Avrupa'da cirit atıyor, memleketini  terkedenleri geldikleri yerde de rahat bırakmıyorlar. Kapalı kafes toplumu hallerinde, çanak antenlerle önlerine konulanların dışına çıkmayan kitle, 2  vatan oyunu oynuyor,  ama bunların hiçbirinde yaşamıyor. Mekke' ye Hac hizmeti adına Suudi Arabistan' ı kendi vatanı olarak görüyor ve kişi başına en az  15 000 Dollar ayırıyor. Geldikleri Türkiye veya bir Arap ülkesini de kendi vatanları olarak görüyor ve oraya da askerlik görevi, vatan görevi adına, her genç başına 10 000  Euro ayırıyor. işin garibi ise gövdelerinin durduğu yere vatan değil,  kafir'in gurbeti' diyorlar. Avrupa' da yaşayan bu Müslüman nüfusun %97  si yaşadıkları, oturdukları yere 'vatanım'  demiyor. Avrupa' da oturan ama ruhen başka yerlerde olan bu ucube insan tipi tarihte üniktir. "Ecdadımız" deyip, sadece kafa kesip fetih yapmış bir padişah tasavvuruna sahip cahil kitle, o padişahların kafa/kol kesen Ortaçağını yansıtan filmler dışında  hiç bir kültür ve yaşam biçimine yanaşmıyor...
Herkesi Müslüman ve Türk yapmayı ana hedef seçen binlerce organizasyon Özal_Evren Türk İslam sentezi çizgisine bağlı olarak uluslararası örgütlerle beraber hakimiyet altına alıyor ve onları uyumsuzluğa sürükleyerek kendi amaçları doğrultusunda kullanılıyordu...Din kardeşiyiz' kandırmacasıyla insanların dini hassasiyetlerini sömürüp,dini bütün bir yaşam tarzına sahip Irkçı bir İslam dairesinin dışına çıkmayacak kitlenin çoğaltılması, başta Türk İslam kavramı olmak üzere, ırkçılığı veya kavmiyetçiliğin, göçenlerin doğal kültürünün önüne geçirilmesinin amacı budur işte.

Avrupa' nın hemen hmen her şehri çanak Televizyon antenleri ile donatılıp, cahil kitlenin saçma sapan mafya dizileri ve sahte medyanın dezenformasyonu dışında herhangi bir bilgi kaynağına ulaşmasının önüne geçiliyordu... Yeni doğan çocuğa türbanı hazır tutuluyor, bebeklere ilk öğretilen kelime ' pis gavur', düşman ' kafir'  oluyordu...Eğitimsiz cahil kitle, kendisi ahırda ki hayvan muamelesi ile yetiştirildiğinden dolayı, kendi çocuğunu da aynı hayvan muamelesi ile yetiştiriyordu. Günde bir kaç defa ' sıpa' ve diğer hayvan adlarını duyan çocuklar bu kadar kötü bir eğitim ve terbiyenin etkisinde, Avrupa hapishanelerinin sabit birer  müşterisi olamaktan öteye gidemiyorlardı. Bu dönemde suç nisbetinde ve çeşitlerinde değişiklik ve artma başladı. Avrupa hapşshaneleri Türk Müslüman gençlerle dolmaya başladı. O zamana kadar ekseri adam öldürme, dövme ve hakaret gibi ihtiras suçlarına rastlanırken, bu defa namus cinayetleri, hırsızlık, gasp, eşkıyalık, kalpazanlık suçları ekseriyet kazandı. Politik İslam, herzamanki gibi, şimdide suç işlemeye yatkın kitleyle başarıya ulaşacağını iyi biliyor ve kriminal unsurlardan binlerce kişiyi etrafına topluyordu.

Şimdilerde anti Avrupai, dinci ırkçı bir yapının altyapısınin başarılı bir şekilde inşa edildiğini görüyoruz. Tarikatların cirosu milyarlarla ölçülüyor. Her tarafa büyük camiler kurulmuş, militan kadrolar her kuruma sızarak büyük güç toplamış, gövdesi Avrupa'da, aklı ruhu Türkiye, Pakistan  veya Arap çöllerinde olan 50 milyonun üzerinde Müslüman bir kitle bir araya getirilerek, entegrasyon değil, dezentegrasyonun hızı artırılmıştır.
Din, iman katarak iyice zehirlenmiş bir Arapçı, Türk ırkçılığını yaymakla Avrupa Birliğine entegre olunamaz. Bunlar ancak, ondan ne kadar uzaklaşabileceğinin ispatları olabilirler.! Benzerliklerini, ortaklıklarını değil de, misafir olunan yerde yaşayan insanları korkutan ucube, tehlike olmanın yollarını aramakla oraya entegre olunamaz.
Devlet politikalarından hedeflenen, yağma talancı hükümetlerin siyaset edindikleri “kolonileşme”, yi teşvik eden, “Avrupa İslamı, Türklüğü”ne oynayan, her türlü toplumsal gelişmeyi köstekleyen ve post modern sultanlığa oynayan, hırs şöhret peşindeki yeni din mafyasının güvenlik siyasetine hizmet eden bu imamlar ordusu- Diyanetin 90 000 civarındaki devasa kadrosu ve de gönüllüce cemaat ve tarikatlara katılan yüzbinlerce militan-, esasında Türkiyenin kuyusunu kazan, onun AB  üyeliğini tümden dinamitleyen en büyük faktördür. Müslümanların kanserleşmiş ebedi yayılma ihtiyacını karşılamaktan başka bir şey yapmayan bu imamlar ordusu, entegrasyon değil, yakıp yıkma ve yağmalamanın peşindedir.

Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

Esin Duran, N. Gök,
Sezer Aşkın,
Melahat Baykara,
Uğur Demir
Bedri Engin,
Selma Altuntaş,
Filiz Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman Bahar
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Murat Çetindal
Ali OkyarMusa Tekin
Aslı Birdal
Nazmi Doğan

İnci Gür
Mürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız


http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi

Friday, November 23, 2012

ÇANAK ANTENLER ŞİMDİDEN ÇAMLICA CAMİİNE ÇEVRİLSİN!



Avrupa şehirlerine çanak kültürü, döner kültürü, yüksek cami minaresi ve Arapça kuran kursu ile giren, iş göçmeni imajı arkasına saklanan milyonlarca ödenek göçmeni, uyumsuzluk alanında insanlık tarihinin en acı bir örneklerinden birini sunuyor. Avrupa metropolleri, Türkiye ve Arap ülkelerine çevrilmiş, oldukları yere değilde, onları, bulunmadıkları, o anda yaşamadıkları yere yamalayan, televizyon antenlerini boyunlarına geçirmiş devasa kitlenin yarattığı yıkımı yaşıyor. Dindarlık taslayan, kimliğini türban ve Arapça kelimelerle ifade etmeyle şartlandırılmış kitle, Münih'teki hava durumunu değil de, çanaklarla kendilerine sunulan İstanbul veya Kırşehir'deki hava durumunu izliyor, onu konuşuyor ve ertesi gün ise kahvehane veya camiye giderken, yaşadığı yerdeki hava durumunu bilemediğinden tabiata da uyumu kaybediyor.
Yaşadıkları ülkelerin kültürünü kendileri için, anlamadıkları bilmedikleri kimlikleri için tehdit olarak gören kışkırtılmış kitle, çaktırmadan da o ülkelerde ne kadar olumsuz, kötü adet, gelenek, görenek varsa onlara sarılmaktan da vazgeçmiyor. Avrupa' ya gelip arkasından burada ne kadar iyi kural ve kaide varsa onu tehdit olarak görmek, çanak takarak yönünü Mekke' ye çevirmek, aşiret- kabile yaşam seviyesini aşamamak, çocuklarına da getto mirası, uyumsuzluk mirası dışında hiçbir şey bırakmamak, geride bırakılan, birlikte yaşanmayan toplumun hastalıklı bir parçası olmayı tercih etmek hipokrit bir olaydır.


Avrupa sokaklarında işsiz güçsüz, ödeneklerle yaşayan bu 'muminler' ordusu , Suudi mafyasına para yetiştirmek sözkonu olunca aslan kesiliyor!

Avrupa'ya hızla yayılan, oturum almak için malını mülkünü satan, aşlık grevleri yapan, hatta intiharlara bile başvurmaktan çekinmeyen milyonlarca insan, Hac bahanesi dışında çıbanbaşı Suudi Arabistan'a ayak basamıyor. 'Muminlerine' yasaklar koyanların başında, diktatörlüğün sembolü olan Suudiler var! Bu ülkeye girişin tek yolu Hac ya da Umre vizesidir. Hac veya umreye ise Diyanet İşleri Başkanlığının görevlendirdiği seyahat acenteleri ile gidilir. İşte Mafya örgütlenmesi tam takır çalışıyor... Bu sözde dindar Hacı adaylarının Suudi Arabistan’a havayoluyla gelmeleri de zorunludur. Uçuşların varış noktaları sadece Cidde ve Medine havalimanlarıdır. Hac veya umre vizesi ile Suudi Arabistan’a girenler Mekke, Medine ve Cidde şehirlerinin dışına da çıkamazlar. Diğer şehirlere seyahat edebilmek için, rüşvet vererek özel izin almak gerekiyor.  En fazla 2 kadının yatabileceği yere 10 kadının sokulması, 1 kişinin zor yatabileceği küçücük odalara 5 erkeğin sokulması, çalınıp çırpılan paralarla da lüks şeyh vilalarının yapılması da herhalde islamın yeni bir şartı oluyor!. İnsanlar sistemli bir işkence görüyor, soyulup soğana çeviriliyorlar, akabinde ise buraya  kadar geldiklerine bin bir pişmanlık getiriyorlar ama Avrupa' ya döndükten sonra da yıkanmış beyinleriyle ne kadar olumsuz şey varsa onlara tekrardan sarılıyorlar.
Dünyanın en büyük hapishanesine 'kutsal topraklar' adını veren cahil kitle, zihinlerde, belleklerde artık göçmen değil, akıl ve hatıralarda, kültür dairelerde artık göçmen değil, kendisine yasaklar koyanlara, celladına tapar gibi tapıyor ve onun sürdürdüğü dünya eğemenliği için herşeyini feda ediyor.
Arap politik İslam mezheplerin çıkışından günümüze kadar Arap Şii kültür misyonerliği ile Arap Sunni misyonerliğinin leş kartalları gibi Anadolu’ya üşüşmeleri şimdiki Hacı denilen deli gömleğindeki ucube insanın varlığının temelli olmuştur. Gericilik Hazari, İran Şiiliği tarafından Anadolu’ya bulaştırılırken, Yeniçeri kışla Kültürü ile Anadolu askerileştirildi. Çoğunlukla Bizans dönmelerinden oluşan Osmanlı Sünni Padişah kavmi ile Şii Hazeri misyonerliğinin kan bağı burdan ileri geliyor...Dikkat edilirse, Arap köleci toplum yaşam gerçeği olan Sünniliği kullanan ve yine Şii İslam yaşamı kullanarak Anadolu’ya hakim olan kabileler, şimdilerde Avrupa' ya da aynı yöntemlerle yayılıyorlar, bu aşiretler tamamıyla o dönemin  yabani göçmenlerinin bir devamıdırlar. Bektaşîlik ile kışla inancı hakim kılınırken, Sünni Arap kültürü de sivil topluma  hakim kılınıyor. Kandırılıp Bektaşi Yeniçeri kışla siyasetine yönlendirilen halkın durumu şimdi hala vahimdir. Tarikat ve cemmatlerin sultası altında oluşturulan hac mafyasının yıllık cirosu Alamanya' nın yıllık hasılasını geçiyor! Tarikatlar bu insanlara yanınıza en az  15 000 Euro almanız gereklidir, yoksa Allah'ın yolunda hacınız kabul görmez diyerek, kadınların altın bilezik ne kadar değerli eşyaları varsa onlara sattırtıp günümüzün en büyük soygun ve talanlarını gerçekleştiriyorlar...İşte İslamın bu girdabında, sallandırılan sözde göçmen bir eskiye gidiyor, bir bugüne geliyor ve kendisine inşa edilen, tarih-din-ırk anlayışının, gözetleme kuleleri ile kuşatılmış, dışardan birilerinin çizdikleri sınırları belli olan hapishaneleri olan bir kolonist o artık!. Müslümanların yaşamları yürekler acısı. Gırtlağına kadar borç içinde binlerce euro'yu borç alıp Arap şeyhlerine para yetiştiren, şeyhlere yedirirken de hep cenneti düşünen emmimiz, Hacdan dönüp bire aldığını ikiye satmaktan da vazgeçmiyor. Haci emmim artık yalan söylemez oluyor, ama yine ikiye aldığını dörde satıyor. 26 yaşında hacı olan Güllü hanım artık esas adı ile çağrılmıyor, Güllü hanım oldu Haccı emmi! " Emim kalk, emim otur, emim gel, emim git..." Güllü hanımın adı oldu Haccı emmi! Kutsal hacı emmi karıyerini böylece de yapmış oldu, hemde 26 yaşında! Alman okulu imiş, Fransız okulu imiş, bunlara gerek kalmadı...Haccı emmi 26 yaşında cennetlik statüsünü aldı.

Bugün, yani 50 yıl sonra, Avrupa’daki Türklerin durumu, ilk gelen işçilerin durumundan oldukça farklı. Tarikatlarca yönlendirilen geri kalmış kitlenin yaşamını bugün bir zamanların Almanya’sına hiç benzemiyor. Başta Almanya olmak üzere bütün büyük Avrupa şehirlerinde, özellikle Berlin, Köln, Hamburg gibi metropollerde Müslüman gettoları oluşmuş, milyonlarca insan sanki uzaydan inen bir kolonistmiş gibi, varoldukları yerin halklarına karşı kışkırtılarak, soyutlandırılmış, uluslararası islami örgütlerin denetiminde hafıza kaybına uğratılarak örgütlendirilmiş, adeta yeni bir savaşın beşinci kolu haline getirilmiştir.

Müslüman tekke ve zaviyeler, tarikat ve cemaatler petrol milyarları ile adeta oynuyorlar. Bu güçler politize olmuş en gerici en güdümlü ve en işbirlikçi tarikatlardır. Ekonomik kriz  diye bir şey tanımıyan, her tarafa  lüks cami ve islam okulları kurmayı tek iş haline getiren bu yeni elit, Avrupa'nın yönetici kadrolarını satın almaktan da geri kalmıyor. Rüşvet ve dolandırıcılığı, soygun ve talanı temel kültür alan tarikatlar, gerektiğinde kendilerini en büyük hümanist, eşitlikçi vs. diye adlandırmaktan da geri kalmıyorlar. 
 
Tarikat ve cemaatler şimdi de asimile noktasına sarıldılar: herkesin bildiği gibi asimilasyon ile entegrasyonun ayrı şeylerdir. Asimilasyon, standartlaşarak herkesin aynı şekilde davranması demektir. Entegrasyon ise  birbirinden farklı olan parçaların bir uyum içinde tutarlı olarak calışması demektir. Yani uyumlu olmak demek illaki herkesin aynı olması anlamına gelmiyor. Gittiğin ülkenin dilini kültürünü öğrenmenin ve bulunduğun yerin kurallarına uymanın neresi kötü. İnsan tüccarı tarikatlar ise 'ben giderim ama dilini de konuşmam, bildigimi de okurum' diyen kitleyle amaçlarına daha kolay ulaşabileceklerini iyi biliyorlar.


"...* Çamlıca Camii projesinde birçok şey dünyada ilk kez uygulanıyor. Caminin roket rampaları içine yerleştirilmiş 6 seyyar minaresi bulunuyor. Bu, Hamas’a saldıran İsrail’e gözdağı anlamı taşıyor. 1600 kilometre menzile sahip minareler, müezzin içinde ezan okurken hedefe fırlatılabilme özelliğine sahip.

* Çamlıca Camii’nin kubbesi, Başbakan Erdoğan’ın namaz takkesinin 1’e 10.000 ölçekte büyütülmüş bir kopyası. Kubbenin arka tarafındaki basıklık, Başbakan’ın küçükken yan yatırılmamasından kaynaklanıyor.

* Caminin ilk projesinde bulunan ve Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi’nden esinlenen “cemaatin yer altına alınması” uygulamasından vazgeçildi.

* Minarelerin üçer şerefeli olması, Başbakan’ın “en az üç çocuk” hedefini temsil ediyor. Caminin bahçesinde bulunan İslam tarihinin ilk yatay ve şerefesiz minaresi, CHP’li Müslümanlar için düşünüldü.

* İstanbul’un en yüksek tepesi Çamlıca’ya yapılacak cami, soğuk havalarda vatandaşların donma ihtimaline karşı kışın tekerlekler üzerinde aşağıya, Üsküdar Meydanı’na indirilecek. Cami hareketli olması sayesinde, Başbakan Erdoğan’ın dış gezilerine de götürülebilecek şekilde tasarlandı.

* Cami, aynı anda 75 bin kişinin abdest alabileceği şadırvanıyla da dünyanın en büyüğü olacak. Abdest saatleri dışında, şadırvanın musluklarından fakirler için iki çeşit çorba akacak. Damlayan muslukları kapatmaktan sorumlu görevlilerle, 2 bin kişiye istihdam sağlanacak.

* Camiye, Başbakan Erdoğan’ın 2071 hedefini temsil eden 2071 basamakla çıkılacak. Burada sürekli bekleyen 10 cankurtaranla fenalaşanlara müdahale edilecek.

* İstanbul’un her yerinden görülecek olan cami, Trakya’da Istıranca Dağları’na, güneyde Amanos Dağları’na ve kuzeyde Kaçkar Dağları’na Çamlıca’yı görecek şekilde yerleştirilecek dev aynalar vasıtasıyla, açık havalarda Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya’dan da çıplak gözle görülebilecek.

* İran şahının Sultanahmet Camii yapılırken yardım için gönderdiği bir sandık mücevheratın padişah tarafından caminin harcına karıştırıldığı söylentisi örnek alınarak, Başbakan Erdoğan’ın muhalif politikacı ve yazarlardan kazandığı maddi tazminatları Çamlıca Camii’nin temeline döktürmesi gündemde.

* Projeye son anda yapılan bir ekle, caminin üzerinde yapılacağı Çamlıca Tepesi’nin içinin oydurulmasına, böylelikle dünyanın ilk ve en büyük mağara tipi alışveriş merkezin yapılmasına karar verildi.

* Çamlıca’da bulunan televizyon vericilerine ait büyük antenler de caminin yapımı sırasında bir düzene kavuşturulacak. Antenler, “AKP Medya Tapınağı” adı altında birleştirilecek....."  [  Şükrü Yavuz   sukru.yavuz@yurtgazetesi.com]


Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

Esin Duran, N. Gök,
Sezer Aşkın,
Melahat Baykara,
Uğur Demir
Bedri Engin,
Selma Altuntaş,
Filiz Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman Bahar
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Musa Tekin
Aslı Birdal
Nazmi Doğan
Mürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız


http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi

Tuesday, November 13, 2012

AKP rejimi tarikat- cemaat biçiminde kamufüle edilen bir çeteler cephesidir.




Türkiye’ de İktidar erkinin yeni ortakları olan tarikatlar, çete kültürünün en üst biçimini temsil ediyorlar. Türkiye çetelerden arınma değil, onların en gelişmiş biçimince yönetiliyor.
AKP rejiminin temel direklerini oluşturan Nakşibendiciler- Nurcular-Fetullahçılar- Süleymancılar ve 12 Eylül cuntacıları Türk İslam sentezinin etrafında kenetlenerek kadrolaşmalarını tamamladılar. Tarikatlar koalisyonundan başka bir şey olmayan AKP’ de hangi bakanın hangi tarikata mensup olması gerektiği, önce dergahlarda konuşulur. Kabinenin yüzde 64′ü, Nakşibendi tarikatının sertlik-yayılmacı yanlıları diye adlandırılan Dergâhları’na mensup. Tayyip Erdoğan da aynı dergâha bağlı. Yüzde 11′sı Nurcu.
AKP rejimi tarikat- cemaat biçiminde kamufüle edilen bir çeteler cephesidir. Fethullahçılardan, Milli Görüş’e, Menzil grubundan Nakşibendilere, Türk Ocakları kökenlilerden Akıncılara, Ülkü Ocakları kökenlilerden Nizam-ı Alemcilere ve daha sayamadığımız bir sürü tarikat, tekke, ocak mensuplarına kadar ortak paydaları, milliyetçi-ırkçı, Türk-İslam sentezidir. Mücahit Akıncıların pan-türkizm temelinde Libya ve şimdi de Suriye topraklarında aktif savaşa katılmaları, Fethullahçıların ve Nakşicilerin Müslüman kardeşler örgütleri ile birleşerek “dünyaya hakim olma” adına Arap rejimlerini kontrol yarışında illerleme göstermeleri, paramiliter İslamist örgütlenmelerin hızla artan faaliyetleri, Erdoğan’ın ve diğer tarikatların “ırkçı, milliyetçi, dinsel gericiliği” birleşince tehlike çanları daha da hızlı çalıyor.

Üst rutbeli subayların çark etmeleri, Türbanlı hatunların önünde süklüm büklüm olmaları tasadüfi değildir. 12 Eylül generallerinin ahlaksızca uydurduğu ve bugün tuhaf biçimde kendisini her alanda ifade eden sözde “ılımlı dindar Atatürk milliyetçiliği” aslında buz gibi ırksal ve dinsel bir omurga üzerinde duruyor: Türklük ve Sünni İslam!

1981 yılında askeri hükümetin Başbakanı Bülent Ulusu’nun Taif’deki İslam zirvesine katılarak, koruyucu İslam kuşağı oluşturulması amacıyla Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan ve Sudan ile kurulan sıcak ilişkiler ve hemen sonrasında A. Gül’ in Arap bankalarının başına getirilmesi bu sürecin hızlandırlmasına takabül eder. İslamiyet, devletin 12 Eylül temelinde gelişen ve dış dinamik tarafından kollanan ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir politik içerikle ele alınıyordu. Öncelikle körfezdeki petrol çıkarlarını düşünen ABD, Suudi Arabistan, Pakistan gibi otoriter rejimlerle yönetilen ancak “kanun dairesinde” hükmünü icra eden İslamcı devletleri destekliyordu. Bu çerçevede “Kanun Dairesinde İslam” Türkiye’de devlet politikası haline gelirken, 12 Eylül sonrası askeri iktidar tarafından yaygınlaştırılan, Rabıta, her köye bir cami, her Türk’ e bir imam, zorunlu din dersleri uygulamalarıyla, bütün güç tarikat ve kahraman mehmetçik ortaklığına veriliyordu.
12 Eylül’ de özellikle baskıcı tarikat ve cemaatler darbeyi coşkuyla karşılıyorlardı. Askeri kanat tarafından korunan Fethullah Gülen’in ismi o zaman yeni duyulmuşken darbeyi desteklemek için bir sakınca olmadığının fetvasını veriyordu. Şimdiki cumhurbaşkanı A. Gül Hizbullah örgütüne bağlı olarak faaliyet gösteriyor ve 1982 lerde Askeriyenin çekirdek kadroları ile ilişkiye geçiyordu. Daha sonraları ise, cumhurbaşkanlığı ufukta görününce, ilkin Kenan Evren’ i ziyaret ediyordu. Abdullah Gül, Nakşibendi şeyhi Seyyid Abdülhakim dergâhının uzantısı olarak tarikat-cemaat ilişkilerine katılmış ve daha sonra generallerin adamı olarak Arap petrol dolarlarının transaksiyonlarını gözetleme fonksiyonunu üstlenmişti. Gerek Millî Görüş hareketinde, gerekse Askeriye, MHP ve uluslararası Müslüman örgütlerle iyi ilişkileri olan bu şahsiyete mazbata verilmesi, örgütlü, planlı bir sürecin parçasıdır. Erdoğan’ın yerine Gül’ ün tercih edilmesinde, Gül’ ün Arap bankaları yoluyla, üst derece devlet yöneticilerinin, MİT ve ordu’nun Rabıta örgütü atrafından finanse edilmesinde kilit rol oynamasıydı. A. Gül, burada, yalnızca ABD ve Suudiler değil aynı zamanda çete kültürüne sahip Askeriyenin de güvenini alıyordu. Darbeden sonra Fethullah Gülen cemaatine bağlı Sızıntı Dergisi’nin başyazısında, “Ümidimizin tükendiği yerde Hızır gibi imdadımıza koşan Mehmeçik’e bir daha selam duruyoruz” demekle darbecilere selam durmuşlar. Böylece Türkiye’ nin dini çeteleri olan tarikatları darbeyi desteklemekle, hızla gelişme ve büyüme göstermişlerdir. 12 Eylül’ün en önemli ürünlerinden biri işte bu Türk İslam sentezidir. Darbe sonrası siyasetten kültüre, eğitimden idari yapıya kadar her şey, her alan bu ideolojinin ekseninde biçimlendirilmiştir. AKP- Kemalist ordu ittifakı ile, Osmanlı Devleti’nin İslam ümmetçiliğine dayanan fetih ideolojisi yeniden diriltilmektedir. Bu nedenle AKP, ABD’nin desteğiyle içeride ve dışarıda İslam’ı ve Osmanlı mirasını sahiplenerek Sünni İslam ümmetçiliğin bölgede sözcülüğünü üstlenmiştir… AKP iktidarının 3. döneminde Yeni Osmancılık siyasal ve toplumsal hayatın her alanında egemen olmaya başlamıştır. Artık Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıldönümleri kutlanmakta, Osmanlı’dan kalan etnik, kültürel ve dinsel gelenekler kutsanmaktadır. AKP kongrelerinde “Biz Osmanlıyız” marşları söylenmekte, Osmanlıca Arapça’nın yanında okullarda seçmeli ders olarak okutulmakta, İslam’ı ve Osmanlı’yı yücelten filmler, diziler, oyunlar, müzikler TRT ekranlarında boy göstermekte, otomobillerin camlarına, gümüş takılara, işyerlerinin duvarlarına kadar her yere Osmanlı tuğrası resmedilmektedir.

12 Eylül’den sonra Kemalizm yerine Türk-İslam Sentezi’nin resmi ideoloji haline gelmesi “yeni Osmanlıcılık” akımının yolunu açtı. Türk-İslam Sentezi’nin ana çerçevesi, Türklerin öncülüğünde “İslam birliğini kurmak, geliştirmek ve Osmanlı’dan miras olarak bu işlevi devir ve teslim almak, ahlak ve kültür öğelerini, uzun vadeli bir plan içinde din temeline dayalı” olarak biçimlendirilmişti.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden beri Türk-İslam sentezi ve bunun içerisinde de İslam’ın sadece bir kolu Hanefi mezhebi… Onun dışındakileri yok saymış ve insanlara ‘ancak benim size önereceğim din dindir’ baskısı yapmıştır.

Günümüzde hem dini hem de ırki düşünsel sentezin oluşturduğu Türk-İslam ideolojisinin Neo-Osmanlıcı zihniyetin örneğini, Türkiye’de 10 yıldan fazladır iktidar olan AKP hükümeti oluşturmaktadır. TC’nin kuruluşundan 2002′ye kadar sadece etnik Türkçülük ağırlıklı ırkçı bir hegemonya gerçekliği söz konusuydu. Bu hegemonik sürecin soykırım uygulamalarına en fazla maruz kalan bütün Anadolu  halklarıdır. Asker-polis sopasına dayalı jakoben rejimi, şimdi yerini Türk-İslam sentezinden oluşan Yeşilci Irkçılığa bıraktı. Yani AKP şahsında  hegemonik sistem kendisini yenileyerek çağın koşullarına göre uyarladı. AKP, Türk devletinin kuruluş felsefesinin gereklerinden olan Anadolu ve Trakyada ki etnik temizlik sürecini yeniden canlandırıp sonuca götürme projesini yüklediği misyonla hareket ediyor.
Yeşil Türkçülük ideolojisi, Türkiye’de Türk-İslam sentezi biçiminde kendisini bir formasyona kavuşturdu. Bu örgütleme hızla 60′lı yıllardan sonra kendisini Türkiye’ye taşırarak modernizme karşı mücadele dernekleri biçiminde devlet destekli bir örgütlülüğe kavuşturdu. Gülen cemaatinin liderinin bu derneklerden birinin başı olduğu birçok kesim tarafından da biliniyor. Aynı zamanda bugün TC Başbakanı olan Tayyip Erdoğan’ın aynı anlayışı temsil eden Türk Milli Talebe Birliği geleneğinden geldiği de diğer önemli bir ayrıntıdır. 12 Eylül askeri cuntası da en çok bu Yeşil Türkçü ırkçı ideolojiye yaradı. Bu cemaat tipi örgütlemenin güçlenmesi için devletin tüm imkanları cunta lideri Evren tarafından seferber edildi
AKP, Türk-İslam Sentezini seçerken, bu sentezin Avrupa’ da varolan yöneticilerin zaaflarından en iyi faydalanma olanaklarını sağladığını, kendilerini temiz dindarlar olarak lanse eden onbinlerce tarikatçı kadronun, Avrupa kanunlarının en zayıf noktalarına dayanarak kendilerine güç sağlayacağını, Avrupa’nın şimdiki zayıf yöneticilerini din-iman-hümanizma adına ekarte edeceğini, aynen 1200-1450 yıllarındaki katolik ve ortodoks yöneticilerinin durumuna benzer bir duruma yol açacağını iyi biliyorlar. Yığınlarla akın eden müslüman göçmenlerin taşıdıkları yıkıcı fonksiyon ‘din işleri’, insan hakları adı altında kamüfüle edilirerek, ümmet bilinci bu defa da orta Avrupa’ da yayılmanın temel aracı haline getiriliyor. Ms. 1200 yıllarında Katolikler kendi gemileri ile Rumelin’ ne göçmen Müslümanları taşıyorlardı, çünkü o zaman en büyükü rakipleri olan Ortodoksları zayıflatmak istiyorlardı. Vatikan, Osmanlı’ nın Avrupa’ya ayak basmasını sağlayan ilk güç idi. Şimdilerde ise çoğu Avrupa partileri aynen o zamanın Katolikleri gibi, uygarlığı yıkmak için Müslüman göçmenlerin yıkıcı fonksiyonlarından meddet ummaya başladılar.
‘2071 yılı yeni hedefimizdir’ diye bas bas bağıran Recep Erdoğan’ ın, bununlan neyi kastettiği çoğu kişinin gözünden kaçtı.
 

1071 Anadolu, 2071 Avrupa!

Erdoğan’ın 2071”nin ruhunu anlamak için, Avrupa’lıların fazla kafa yormalarına gerek kalmıyor. Osmanlı’dan neo-Osmanlı’ya, Türkçüsüyle İslâmcısıyla Türk-İslâm sentezi tam tekmil. Ordusuyla, tarikatlarıyla, cemaatleriyle…, liberalleriyle her şey ortada. Her fatih gibi AKP de fütuhatını komuta ettiği kalabalık orduya borçlu. O halde, “komuta”nın nasıl işlediğinin yanısıra, o “kalabalık ordu”nun yapısına ve maddî-manevî teçhizatına yakından bakalım. Elbette vurucu gücünden, akıncılardan başlayarak. Öyle olunca da gelsin hak gaspları, peşkeş, alicengiz ve rant,kara para zaten hep orada. “Her köye cami” kampanyası, ilahiyat seferberliği de bonusu. “Anavatan”da ne yapılıyorsa “gurbet vatan”da da yapılıyor. Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca Sünni Türkler dışında kalan hiçbir unsur için hiçbir zaman güven içerisinde ve kimliğiyle gurur duyacağı bir yurt olamadı. Ama daha da kötüsü; bu sözde tekleştirilmiş yurt, egemenliği başkalarıyla paylaşmama andını her Allah’ın günü tekrar etmenin yenmeye yetmediği bir korku nedeniyle hiçbir zaman gerçek anlamda Türk’ün de yurdu olamadı.
Türkiye halkına ne yapılıyorsa Avrupa halkına da o yapılıcaktır. Giriş, gelişme, sonuç: Fetih, işgal, ilhak…
Tıpkı 1950’lerde Menderes’li Demokrat Parti’nin icad ettiği, sonrasında Millî Görüş’ün devraldığı, şimdi de AKP’nin sahip çıktığı yüz kızartıcı kılıç-kalkan-cihad teorileri neo-Osmanlıya doğru iman köprüsü kuruyor. Avrupa’ya –ve temsil ettiği mihraklara– da âdet olduğu üzere “kahpe” rolü düşüyor. Bütün bunlar olurken “ecdadımız”dan tevarüs ettiğimiz bilinçdışı “sır”lar da ifşa oluyor.


AKP VE AVRUPA

Sokaktaki hızla artan başörtüsü ve islam okulları, kuran kursları, yüksek minareler, politik islam tarafından yönlendirilen kitleye göre, Avrupa kentlerinin sembolik bir işgalidir.

Avrupa şartlarında entegrasyon, her tarafa cami kurmak, kuran kursu açmak, imam göndermek, kadınlara türban-çarşaf giydirmekle olamaz. Avrupa’da din -kültür eğitimi adına tarikatların denetiminde cahil kitleleri kışkırtıp, onları beraber yaşadıkları toplumlara düşman etmek entegrasyon değildir. Bulunduğu, yaşadığı yere ne kadar ters, yabancı, uyumsuz adet ve görenekler varsa, onları oranın halkına karşı birer provakasyon aracı olarak kullanmakla entegre olunamaz. Milyonlarca başörtü ve islam okulları, kuran kursları ve onbinlerce dini militanın oluşturduğu tarikatlar, minareli camiler, neyi amaçlıyor ? Bu, Avrupa insanı için bu bir provakasyondan başka bir şey değildir.
Aile birleşimi, Avrupa açısından bir felaket dalgası olmuştur. Bu yeni göç sosyal anlamda, kadınların birer kağıt parçası olarak kullanılıp, ilkel anlamda, adına evlilik denilerek, kabile dönemine takabül eden aile zorlamaları ve parayla satın alınan kadınların üzerinden yapılan, milyonlarca insanın Avrupa’ ya sokulmasını hedefleyen, iş migrasyonu ile ilişkisi olmayan bir katastrofdan başka bir şey değildir. Bu yeni fenomenle ikinci kuşak veya parazit damatlar sınıfı denilen dejenere tabakanın da Avrupa’da ortaya çıkması bir realite olmuştur. Bundan sonra göçmenlerin entegrasyon meselesi tam bir felaket halini alacaktır. Bir yandan süren göç ve uyumsuz kuşaklar sorunu, diğer yandan da artan işsizlik, Müslüman ülkelerin de bu insanları kendi çıkarları için birer işgalci olarak örgütleme çabaları, yeni bir felaketin ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Bu dönemde, Avrupa görünmez mekânlara çekilmiş olan mescitlerin mekân değiştirmesine ve yeni camilerin yapılmasına sahne oluyor. Damatlar kuşağı, Avrupa! da var olan bütün haklara bedavadan konmuş, hiç bir şekilde, hiç bir hak ve hukuk için bir nebze olsa da çaba göstermemiştir, kandınlar kandırılıp oturumlar alınmış ve sonra da bu kadınlar sokağa atılmıştır. Bugün Berlin şehrinde Türkler arasında ki boşanma sayısının Alman toplumundan daha yüksek oluşu bunun kısa bir özetidir.
Tarikatlarca örgütlenen uyumsuz kitle, hemen kendi kültürünü yaşatmak adına camiler ve Kur’an kurslarının açılmasına başlamış ve kendilerini birer kolonist olarak görmüşlerdir.
Sosyal anlamda geri kalan kitlenin kendilerinin de tam anlamadıkları ‘kimliklerini’ vurgulamaları, minareli cami ve başörtüsü gibi sembollerle görünür hale gelmeleri entegrasyona karşı bir direnişi ve toplumdan yalıtlanmayı ifade etmektedir. Yalıtlanmışlık ve uyumsuzluk göstergesi olan bu semboller, hoşgörü sınırlarını da zorlamaktadır. Bedavadan, akın akın Avrupa ya akan Müslümanlar, Avrupa ülkelerinde kendilerini artık birer kolonist olarak görüyor ve doğal olarak da sosyo-kültürel uyumu red etmektedirler.



ENTEGRASYON MU, YIKIM MI?

Türkiye'de yine her zamanki milliyetçi, ırkçı fanatik yolu seçin ve aynı anda da Avrupa topluluğuna girmek istiyorum deyin!.

Normal toplum ile çelişen standartlar ve değerler, düşmanca bir siyasi ideoloji ile entegrasyon mümkün değildir, başka bir ülkeyle de birleşme olamaz.
Müslüman lider Erdoğan, Avrupa'ya ak
ınlar düzenlemiş, yakmış yıkmış ne kadar kriminal osmanlı lideri varsa onunla gurur duyduğunu söylüyor. İstanbul'un işgali ve uygarlığın çöküşünü de bayramla kutluyor! Bizans'a saldırıp, Anadolu'yu işgal eden ne kadar cani varsa hepsine sahip çıkıp onların yolundan gidiyorum deyip, arkasından da beni mutlaka Avrupa' ya alın, yoksa görürüsünüz diye  tehditler savurmaktanda geri kalmıyor!.

Erdoğan, son AKP kongresinde:"....1071 oldu ve şimdi sırada 2071 var '   diyerek Avrupa' yı açıkça tehdit etti. 1071 öncesi göçmenlik sorunları Bizans İmparatorluğu' na yönelik idi şimdi aynı şey Avrupa'ya karşı bir silah olarak kullanılacaktır. Türkler, Bizans sınırlarını savaşla geçmeden 150 yıl öncesinden beri göçebelik yoluyla aşıyorlardı, İslam dinine geçmiş göçmenler akınlarla içeri dalıyor ve ülkenin korkunç bir şekilde kanunsuzluk, şiddet ve aşırı tehdit ortamına sokulmasını sağlıyorlardı ve  zaman içinde zayıflatıyorlardı. Bu bozuklukta Kilicarslan olarak tanına Selcuklu lider' e de son darbeyi vurmak kalmıştı. O zamanın uygarlığı, sonunda  1071 yılında ağır bir darbe yedi ve çöküşün içine düştü.

Şimdi de, o dönemi açıkça örnek gösteren AKP liderleri, 2071 diyerek Avrupa'yı hedef göstermeye başladılar. TC, ' Avrupa'nın Türk toplulukları'  adı altında, rejime yamanmış,  Türkiye' den yönetilen koloniler kurmaya karar verdi. AKP liderliğinde, Avrupa'ya sokulan kitlenin yaklaşıkk %90 u, yeni osmanlı hayalleri ile kışkırtılıp tarikat ve ocaklarlın denetiminde, siyasi ve dini gruplar şeklinde, 'dış Türkler', beşinci kol' gibi adlandırmalarla ırkçı- milliyetçi-dini hedefler gösterilerek örgütlenmeye başlandı. Şemsiye kuruluşlar: "Türk-İslam sentezi ile; Avrupa' yı fethedecek Türkler, 2071 de Avrupa' yı müslüman yapacak savaşçılar ", diye, Osmanlı'yı canlandırmanın yeni kurbanları olarak seçildi.

Soydaşlarımızın ve dindaşlarımızın kültürlerini, tarih bilinçlerini, kimliklerini geliştirmeleri ve korumaları  konusunda Türkiye her türlü desteği vermektedir, vermeye de devam edecektir. Bunun yanı sıra bütün Avrupalılar  bilmelidir ki, ırkdaşlarımız herhangi bir sıkıntıyla karşı karşıya kaldığında yardımlarına koşacağız,' Türkiye cumhuriyeti arkanızdadır....'  diye bas bas bağıranlar, neden bu insanları vatanlarından kopararak Avrupa' ya sürdüklerini de açıkça söylemelidirler.

'Biz Avrupa Birliği üyeliğini istiyoruz, fakat Avrupa Birliği bizim değerimizi bilmezse Türkiye Cumhuriyeti Avrupa' da yaşayan bütün soydaşlarının yardımına gelecektir. (AKP- Ömer çelik.) Bu sebeple dindaşlarımız ve soydaşlarımız için Türkiye Cumhuriyeti anavatandır.' Bu kadar adi bir politika olamaz! 15  milyona yakın bir kitleyi yaşadıkları topraklardan kopararak başka ülkelere sürecek, arkasından da onlar üzerinde komplolar, projeler kuracak, kendi politik  hedeflerine ulaşmaya çalışacaksın. Türkiye’nin saldırgan dış siyasetine, kendi jeostratejik çıkarlarını Avrupa'ya dayatan, yayılmacı ve savaşçı bir güç. Ancak böylece, dayatılan ikilem (tam üyelik ya da içerdekileri kullanmak) dincilerin yayılma hedeflerini teşhir edebilir, veya yaratılmaya çalışılan şoven iklim Avrupa'daki Türkleri dağıtabilir.
AB liderleri ise ultimatomlarla karşı karşıya kalınca, kendilerince doğurdukları bu akıllı, modern, ılımlı İslamcılar karşısında tamamen şaşırdılar.
Türkiye’nin Avrupa’ya entegrasyonu için, AB‘ne üyeliği için, ilk etapta Avrupa ülkelerinde 40-50 yıldan beri yaşayanların entegrasyonu zorunludur. Tersi mümkün değildir. Yani Avrupa içinde bağımsız adacıklar yaratarak, kapalı alanlarla, uzaktan da iyice palazlanan dinci bir rejimi davet etmek, entegrasyon değil, yıkım sürecine girmektir.
Entegrasyon uluslararası ilişkilerde aralarında karşılıklı bağımlılık bulnan birimlerin ayrıyken sahip olamadıkları özellikleri biraraya gelip elde etme girişimidir, entegrasyonun amaçları,barışı korumak, daha büyük kapasitelere ulaşamak, belli spesifik görevler üstlenmek-ve yeni bir kimlik kazanmaktır. Ama şimdi olan bunun tam tersidir. Eğitimsiz cahil kesimlerinin Avrupa’ya sokularak, Avrupa’ da yabani-ilkel bir imajın yaratılması, Türkiye’nin AB’ ye üyeliğinin önünden en büyük engellerden biri haline gelmiştir.
Türkiye’nin AB’ ne katılımının önünden en büyük engel, sadece Türkiye’de ki AKP rejimi ve askeri kanatların takip ettikleri anti-Avrupai politika değil, aynı zamanda onların uzantısı olarak örgütlenen tarikatlar tarafından kontrol edilen göçmenlerin yarattığı ortamdır. Avrupa’nın muhtelif kentlerindeki ortaya çıkan görüntü ve oluşum tam manasıyla bir rezalettir…Aşiret -kabile aşamasına saplanıp kalmış milyonlarca insan zihinsel gettolaşmanın bir sonucu olarak Avrupa’daki hiç bir toplumla kaynaşamıyor. Gece gündüz Türküm- Müslümanım demekten başka bir şey bilmeyen kör cahiller, gelişen ve değişen şartlara uyum gösterememe ve fikri olarak gelişip değişememeye bağlı devam eden bu sorun olarak büyüyorlar. Tarikatlar tarafından kışkırtılan cahil yığınlar sosyal ve siyasal gelişimini bir adım bile ileri götürememiş ve gettolaşmayı bir norm haline getirmişlerdir. Mahalleler, kahvehaneler,dinci-ırki cami-dernek-vakıf ve cemiyetler Müslüman ülkelerden aldıkları desteklerle bu zihinsel gettolaşmayı gerçekleştirmektedirler. İsviçre’nin Basel kentini alırsak, burada tam 26 İslamci ırkçı tarikat faaliyet gösteriyor. Bunlar buraya tesadüfen gelmiş her insanın başına çullanıp onu kafa kola almaya çalışıyor, kısacası onun İsviçre hakkında tarafsız bilgi ve algılama olanaklarını tamamıyla sıfıra indiriyorlar. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde bu tür ilkel göçmenlerin tavırları ve bunun entegrasyon sürecindeki rolü tamamıyla fataldır.
Dünyanın en geri tarikatlarının destekçisi olan hükümetler ise, Turkiye’nin AB’ne uye olabilmesi icin gerekli bir dizi siyasi, ekonomik ve kulturel reformlar yapma yerine, cahil kitlelerden umut beklermişçesine, bunların hiçbirini gercekleştirememiş, aksine zaman kazanarak Avrupanın iyi olan adet ve örflerini de yok etmeye çalışmaktadırlar.
Turgut Özal 1980 lerde: ‘Biz Avrupadaki nüfusumuza güveniyoruz, diğer şeyler bizim için arka planda gelir….’, diyordu

Erbakan ise: ‘ Avrupayı içerden Müslüman ve Türkleştireceğiz…’
Erdoğan ise: ‘.. Minareler gelecekte Avrupa’nın her sokağını süsleyecektir…’ Aynı Erdoğan: …’ ..minareler bizim füzelerimizdir demekten de geri kalmadı.
Bu kafalarca Avrupaya sürülen milyonlarca Türkün Avrupa’daki varlığı da bu anlamda yeni bir boyut kazanmaktadır. Osmanlıcı AKP – Milli görüş- Nurcu- Süleymancı- Nakşibendici- Fetullahçı örgütlerin kontrolundaki yığınların Avrupa’ya entegrasyonu değil, tehlike halini almış varlıkları sözkonusudur. AKP’ nin asker sivil diktası, gelinen noktada yeni planlarla meşgul. Dejenere olmuş kriminal, kimliksiz kara cahil kitlenin Avrupa topraklarına nasıl sokulacağının planları AKP için artık tek opsiyon. Kanuni’den beri gerçekleşememiş hayaller şimdi gerçekleşebilir! İslamist AKP çeteleri bar bar bağırıyor: ”….Avrupa nüfüsu giderek hızla azalıyor, bunun karşısında müslüman nüfüsu ile hazır duruma geçmeli ve ‘allah,’allah’ nara
larıyla AB’ ye girmeliyiz!. Osmanlı padişahlığının modern bir şekli olması düşünülen başkanlık sistemine özenen Erdoğan ise kadınlara en az 5 çocuk yapın demeye hazırlanıyor.!
Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

Esin Duran, N. Gök,
Sezer Aşkın,
Melahat Baykara,
Uğur Demir
Bedri Engin,
Selma Altuntaş,
Filiz Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman Bahar
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Musa Tekin
Aslı Birdal