Avrupa şehirlerine çanak kültürü, döner kültürü, yüksek cami minaresi ve Arapça kuran kursu ile giren, iş göçmeni imajı arkasına saklanan milyonlarca ödenek göçmeni, uyumsuzluk alanında insanlık tarihinin en acı bir örneklerinden birini sunuyor. Avrupa metropolleri, Türkiye ve Arap ülkelerine çevrilmiş, oldukları yere değilde, onları, bulunmadıkları, o anda yaşamadıkları yere yamalayan, televizyon antenlerini boyunlarına geçirmiş devasa kitlenin yarattığı yıkımı yaşıyor. Dindarlık taslayan, kimliğini türban ve Arapça kelimelerle ifade etmeyle şartlandırılmış kitle, Münih'teki hava durumunu değil de, çanaklarla kendilerine sunulan İstanbul veya Kırşehir'deki hava durumunu izliyor, onu konuşuyor ve ertesi gün ise kahvehane veya camiye giderken, yaşadığı yerdeki hava durumunu bilemediğinden tabiata da uyumu kaybediyor.Yaşadıkları ülkelerin kültürünü kendileri için, anlamadıkları bilmedikleri kimlikleri için tehdit olarak gören kışkırtılmış kitle, çaktırmadan da o ülkelerde ne kadar olumsuz, kötü adet, gelenek, görenek varsa onlara sarılmaktan da vazgeçmiyor. Avrupa' ya gelip arkasından burada ne kadar iyi kural ve kaide varsa onu tehdit olarak görmek, çanak takarak yönünü Mekke' ye çevirmek, aşiret- kabile yaşam seviyesini aşamamak, çocuklarına da getto mirası, uyumsuzluk mirası dışında hiçbir şey bırakmamak, geride bırakılan, birlikte yaşanmayan toplumun hastalıklı bir parçası olmayı tercih etmek hipokrit bir olaydır.Avrupa sokaklarında işsiz güçsüz, ödeneklerle yaşayan bu 'muminler' ordusu , Suudi mafyasına para yetiştirmek sözkonu olunca aslan kesiliyor!Avrupa'ya hızla yayılan, oturum almak için malını mülkünü satan, aşlık grevleri yapan, hatta intiharlara bile başvurmaktan çekinmeyen milyonlarca insan, Hac bahanesi dışında çıbanbaşı Suudi Arabistan'a ayak basamıyor. 'Muminlerine' yasaklar koyanların başında, diktatörlüğün sembolü olan Suudiler var! Bu ülkeye girişin tek yolu Hac ya da Umre vizesidir. Hac veya umreye ise Diyanet İşleri Başkanlığının görevlendirdiği seyahat acenteleri ile gidilir. İşte Mafya örgütlenmesi tam takır çalışıyor... Bu sözde dindar Hacı adaylarının Suudi Arabistan’a havayoluyla gelmeleri de zorunludur. Uçuşların varış noktaları sadece Cidde ve Medine havalimanlarıdır. Hac veya umre vizesi ile Suudi Arabistan’a girenler Mekke, Medine ve Cidde şehirlerinin dışına da çıkamazlar. Diğer şehirlere seyahat edebilmek için, rüşvet vererek özel izin almak gerekiyor. En fazla 2 kadının yatabileceği yere 10 kadının sokulması, 1 kişinin zor yatabileceği küçücük odalara 5 erkeğin sokulması, çalınıp çırpılan paralarla da lüks şeyh vilalarının yapılması da herhalde islamın yeni bir şartı oluyor!. İnsanlar sistemli bir işkence görüyor, soyulup soğana çeviriliyorlar, akabinde ise buraya kadar geldiklerine bin bir pişmanlık getiriyorlar ama Avrupa' ya döndükten sonra da yıkanmış beyinleriyle ne kadar olumsuz şey varsa onlara tekrardan sarılıyorlar.Dünyanın en büyük hapishanesine 'kutsal topraklar' adını veren cahil kitle, zihinlerde, belleklerde artık göçmen değil, akıl ve hatıralarda, kültür dairelerde artık göçmen değil, kendisine yasaklar koyanlara, celladına tapar gibi tapıyor ve onun sürdürdüğü dünya eğemenliği için herşeyini feda ediyor.Arap politik İslam mezheplerin çıkışından günümüze kadar Arap Şii kültür misyonerliği ile Arap Sunni misyonerliğinin leş kartalları gibi Anadolu’ya üşüşmeleri şimdiki Hacı denilen deli gömleğindeki ucube insanın varlığının temelli olmuştur. Gericilik Hazari, İran Şiiliği tarafından Anadolu’ya bulaştırılırken, Yeniçeri kışla Kültürü ile Anadolu askerileştirildi. Çoğunlukla Bizans dönmelerinden oluşan Osmanlı Sünni Padişah kavmi ile Şii Hazeri misyonerliğinin kan bağı burdan ileri geliyor...Dikkat edilirse, Arap köleci toplum yaşam gerçeği olan Sünniliği kullanan ve yine Şii İslam yaşamı kullanarak Anadolu’ya hakim olan kabileler, şimdilerde Avrupa' ya da aynı yöntemlerle yayılıyorlar, bu aşiretler tamamıyla o dönemin yabani göçmenlerinin bir devamıdırlar. Bektaşîlik ile kışla inancı hakim kılınırken, Sünni Arap kültürü de sivil topluma hakim kılınıyor. Kandırılıp Bektaşi Yeniçeri kışla siyasetine yönlendirilen halkın durumu şimdi hala vahimdir. Tarikat ve cemmatlerin sultası altında oluşturulan hac mafyasının yıllık cirosu Alamanya' nın yıllık hasılasını geçiyor! Tarikatlar bu insanlara yanınıza en az 15 000 Euro almanız gereklidir, yoksa Allah'ın yolunda hacınız kabul görmez diyerek, kadınların altın bilezik ne kadar değerli eşyaları varsa onlara sattırtıp günümüzün en büyük soygun ve talanlarını gerçekleştiriyorlar...İşte İslamın bu girdabında, sallandırılan sözde göçmen bir eskiye gidiyor, bir bugüne geliyor ve kendisine inşa edilen, tarih-din-ırk anlayışının, gözetleme kuleleri ile kuşatılmış, dışardan birilerinin çizdikleri sınırları belli olan hapishaneleri olan bir kolonist o artık!. Müslümanların yaşamları yürekler acısı. Gırtlağına kadar borç içinde binlerce euro'yu borç alıp Arap şeyhlerine para yetiştiren, şeyhlere yedirirken de hep cenneti düşünen emmimiz, Hacdan dönüp bire aldığını ikiye satmaktan da vazgeçmiyor. Haci emmim artık yalan söylemez oluyor, ama yine ikiye aldığını dörde satıyor. 26 yaşında hacı olan Güllü hanım artık esas adı ile çağrılmıyor, Güllü hanım oldu Haccı emmi! " Emim kalk, emim otur, emim gel, emim git..." Güllü hanımın adı oldu Haccı emmi! Kutsal hacı emmi karıyerini böylece de yapmış oldu, hemde 26 yaşında! Alman okulu imiş, Fransız okulu imiş, bunlara gerek kalmadı...Haccı emmi 26 yaşında cennetlik statüsünü aldı.Bugün, yani 50 yıl sonra, Avrupa’daki Türklerin durumu, ilk gelen işçilerin durumundan oldukça farklı. Tarikatlarca yönlendirilen geri kalmış kitlenin yaşamını bugün bir zamanların Almanya’sına hiç benzemiyor. Başta Almanya olmak üzere bütün büyük Avrupa şehirlerinde, özellikle Berlin, Köln, Hamburg gibi metropollerde Müslüman gettoları oluşmuş, milyonlarca insan sanki uzaydan inen bir kolonistmiş gibi, varoldukları yerin halklarına karşı kışkırtılarak, soyutlandırılmış, uluslararası islami örgütlerin denetiminde hafıza kaybına uğratılarak örgütlendirilmiş, adeta yeni bir savaşın beşinci kolu haline getirilmiştir.Müslüman tekke ve zaviyeler, tarikat ve cemaatler petrol milyarları ile adeta oynuyorlar. Bu güçler politize olmuş en gerici en güdümlü ve en işbirlikçi tarikatlardır. Ekonomik kriz diye bir şey tanımıyan, her tarafa lüks cami ve islam okulları kurmayı tek iş haline getiren bu yeni elit, Avrupa'nın yönetici kadrolarını satın almaktan da geri kalmıyor. Rüşvet ve dolandırıcılığı, soygun ve talanı temel kültür alan tarikatlar, gerektiğinde kendilerini en büyük hümanist, eşitlikçi vs. diye adlandırmaktan da geri kalmıyorlar.Tarikat ve cemaatler şimdi de asimile noktasına sarıldılar: herkesin bildiği gibi asimilasyon ile entegrasyonun ayrı şeylerdir. Asimilasyon, standartlaşarak herkesin aynı şekilde davranması demektir. Entegrasyon ise birbirinden farklı olan parçaların bir uyum içinde tutarlı olarak calışması demektir. Yani uyumlu olmak demek illaki herkesin aynı olması anlamına gelmiyor. Gittiğin ülkenin dilini kültürünü öğrenmenin ve bulunduğun yerin kurallarına uymanın neresi kötü. İnsan tüccarı tarikatlar ise 'ben giderim ama dilini de konuşmam, bildigimi de okurum' diyen kitleyle amaçlarına daha kolay ulaşabileceklerini iyi biliyorlar."...* Çamlıca Camii projesinde birçok şey dünyada ilk kez uygulanıyor. Caminin roket rampaları içine yerleştirilmiş 6 seyyar minaresi bulunuyor. Bu, Hamas’a saldıran İsrail’e gözdağı anlamı taşıyor. 1600 kilometre menzile sahip minareler, müezzin içinde ezan okurken hedefe fırlatılabilme özelliğine sahip.
* Çamlıca Camii’nin kubbesi, Başbakan Erdoğan’ın namaz takkesinin 1’e 10.000 ölçekte büyütülmüş bir kopyası. Kubbenin arka tarafındaki basıklık, Başbakan’ın küçükken yan yatırılmamasından kaynaklanıyor.
* Caminin ilk projesinde bulunan ve Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi’nden esinlenen “cemaatin yer altına alınması” uygulamasından vazgeçildi.
* Minarelerin üçer şerefeli olması, Başbakan’ın “en az üç çocuk” hedefini temsil ediyor. Caminin bahçesinde bulunan İslam tarihinin ilk yatay ve şerefesiz minaresi, CHP’li Müslümanlar için düşünüldü.
* İstanbul’un en yüksek tepesi Çamlıca’ya yapılacak cami, soğuk havalarda vatandaşların donma ihtimaline karşı kışın tekerlekler üzerinde aşağıya, Üsküdar Meydanı’na indirilecek. Cami hareketli olması sayesinde, Başbakan Erdoğan’ın dış gezilerine de götürülebilecek şekilde tasarlandı.
* Cami, aynı anda 75 bin kişinin abdest alabileceği şadırvanıyla da dünyanın en büyüğü olacak. Abdest saatleri dışında, şadırvanın musluklarından fakirler için iki çeşit çorba akacak. Damlayan muslukları kapatmaktan sorumlu görevlilerle, 2 bin kişiye istihdam sağlanacak.
* Camiye, Başbakan Erdoğan’ın 2071 hedefini temsil eden 2071 basamakla çıkılacak. Burada sürekli bekleyen 10 cankurtaranla fenalaşanlara müdahale edilecek.
* İstanbul’un her yerinden görülecek olan cami, Trakya’da Istıranca Dağları’na, güneyde Amanos Dağları’na ve kuzeyde Kaçkar Dağları’na Çamlıca’yı görecek şekilde yerleştirilecek dev aynalar vasıtasıyla, açık havalarda Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya’dan da çıplak gözle görülebilecek.
* İran şahının Sultanahmet Camii yapılırken yardım için gönderdiği bir sandık mücevheratın padişah tarafından caminin harcına karıştırıldığı söylentisi örnek alınarak, Başbakan Erdoğan’ın muhalif politikacı ve yazarlardan kazandığı maddi tazminatları Çamlıca Camii’nin temeline döktürmesi gündemde.
* Projeye son anda yapılan bir ekle, caminin üzerinde yapılacağı Çamlıca Tepesi’nin içinin oydurulmasına, böylelikle dünyanın ilk ve en büyük mağara tipi alışveriş merkezin yapılmasına karar verildi.
* Çamlıca’da bulunan televizyon vericilerine ait büyük antenler de caminin yapımı sırasında bir düzene kavuşturulacak. Antenler, “AKP Medya Tapınağı” adı altında birleştirilecek....." [ Şükrü Yavuz sukru.yavuz@yurtgazetesi.com]Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey
Esin Duran, N. Gök,
Sezer Aşkın,
Melahat Baykara,
Uğur Demir
Bedri Engin,
Selma Altuntaş,
Filiz Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman Bahar
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldızMusa Tekin
Aslı BirdalNazmi DoğanMürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız
http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi
Friday, November 23, 2012
ÇANAK ANTENLER ŞİMDİDEN ÇAMLICA CAMİİNE ÇEVRİLSİN!
Tuesday, November 13, 2012
AKP rejimi tarikat- cemaat biçiminde kamufüle edilen bir çeteler cephesidir.
AKP rejiminin temel direklerini oluşturan Nakşibendiciler- Nurcular-Fetullahçılar- Süleymancılar ve 12 Eylül cuntacıları Türk İslam sentezinin etrafında kenetlenerek kadrolaşmalarını tamamladılar. Tarikatlar koalisyonundan başka bir şey olmayan AKP’ de hangi bakanın hangi tarikata mensup olması gerektiği, önce dergahlarda konuşulur. Kabinenin yüzde 64′ü, Nakşibendi tarikatının sertlik-yayılmacı yanlıları diye adlandırılan Dergâhları’na mensup. Tayyip Erdoğan da aynı dergâha bağlı. Yüzde 11′sı Nurcu.
AKP rejimi tarikat- cemaat biçiminde kamufüle edilen bir çeteler cephesidir. Fethullahçılardan, Milli Görüş’e, Menzil grubundan Nakşibendilere, Türk Ocakları kökenlilerden Akıncılara, Ülkü Ocakları kökenlilerden Nizam-ı Alemcilere ve daha sayamadığımız bir sürü tarikat, tekke, ocak mensuplarına kadar ortak paydaları, milliyetçi-ırkçı, Türk-İslam sentezidir. Mücahit Akıncıların pan-türkizm temelinde Libya ve şimdi de Suriye topraklarında aktif savaşa katılmaları, Fethullahçıların ve Nakşicilerin Müslüman kardeşler örgütleri ile birleşerek “dünyaya hakim olma” adına Arap rejimlerini kontrol yarışında illerleme göstermeleri, paramiliter İslamist örgütlenmelerin hızla artan faaliyetleri, Erdoğan’ın ve diğer tarikatların “ırkçı, milliyetçi, dinsel gericiliği” birleşince tehlike çanları daha da hızlı çalıyor.
Üst rutbeli subayların çark etmeleri, Türbanlı hatunların önünde süklüm büklüm olmaları tasadüfi değildir. 12 Eylül generallerinin ahlaksızca uydurduğu ve bugün tuhaf biçimde kendisini her alanda ifade eden sözde “ılımlı dindar Atatürk milliyetçiliği” aslında buz gibi ırksal ve dinsel bir omurga üzerinde duruyor: Türklük ve Sünni İslam!
1981 yılında askeri hükümetin Başbakanı Bülent Ulusu’nun Taif’deki İslam zirvesine katılarak, koruyucu İslam kuşağı oluşturulması amacıyla Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan ve Sudan ile kurulan sıcak ilişkiler ve hemen sonrasında A. Gül’ in Arap bankalarının başına getirilmesi bu sürecin hızlandırlmasına takabül eder. İslamiyet, devletin 12 Eylül temelinde gelişen ve dış dinamik tarafından kollanan ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir politik içerikle ele alınıyordu. Öncelikle körfezdeki petrol çıkarlarını düşünen ABD, Suudi Arabistan, Pakistan gibi otoriter rejimlerle yönetilen ancak “kanun dairesinde” hükmünü icra eden İslamcı devletleri destekliyordu. Bu çerçevede “Kanun Dairesinde İslam” Türkiye’de devlet politikası haline gelirken, 12 Eylül sonrası askeri iktidar tarafından yaygınlaştırılan, Rabıta, her köye bir cami, her Türk’ e bir imam, zorunlu din dersleri uygulamalarıyla, bütün güç tarikat ve kahraman mehmetçik ortaklığına veriliyordu.
12 Eylül’ de özellikle baskıcı tarikat ve cemaatler darbeyi coşkuyla karşılıyorlardı. Askeri kanat tarafından korunan Fethullah Gülen’in ismi o zaman yeni duyulmuşken darbeyi desteklemek için bir sakınca olmadığının fetvasını veriyordu. Şimdiki cumhurbaşkanı A. Gül Hizbullah örgütüne bağlı olarak faaliyet gösteriyor ve 1982 lerde Askeriyenin çekirdek kadroları ile ilişkiye geçiyordu. Daha sonraları ise, cumhurbaşkanlığı ufukta görününce, ilkin Kenan Evren’ i ziyaret ediyordu. Abdullah Gül, Nakşibendi şeyhi Seyyid Abdülhakim dergâhının uzantısı olarak tarikat-cemaat ilişkilerine katılmış ve daha sonra generallerin adamı olarak Arap petrol dolarlarının transaksiyonlarını gözetleme fonksiyonunu üstlenmişti. Gerek Millî Görüş hareketinde, gerekse Askeriye, MHP ve uluslararası Müslüman örgütlerle iyi ilişkileri olan bu şahsiyete mazbata verilmesi, örgütlü, planlı bir sürecin parçasıdır. Erdoğan’ın yerine Gül’ ün tercih edilmesinde, Gül’ ün Arap bankaları yoluyla, üst derece devlet yöneticilerinin, MİT ve ordu’nun Rabıta örgütü atrafından finanse edilmesinde kilit rol oynamasıydı. A. Gül, burada, yalnızca ABD ve Suudiler değil aynı zamanda çete kültürüne sahip Askeriyenin de güvenini alıyordu. Darbeden sonra Fethullah Gülen cemaatine bağlı Sızıntı Dergisi’nin başyazısında, “Ümidimizin tükendiği yerde Hızır gibi imdadımıza koşan Mehmeçik’e bir daha selam duruyoruz” demekle darbecilere selam durmuşlar. Böylece Türkiye’ nin dini çeteleri olan tarikatları darbeyi desteklemekle, hızla gelişme ve büyüme göstermişlerdir. 12 Eylül’ün en önemli ürünlerinden biri işte bu Türk İslam sentezidir. Darbe sonrası siyasetten kültüre, eğitimden idari yapıya kadar her şey, her alan bu ideolojinin ekseninde biçimlendirilmiştir. AKP- Kemalist ordu ittifakı ile, Osmanlı Devleti’nin İslam ümmetçiliğine dayanan fetih ideolojisi yeniden diriltilmektedir. Bu nedenle AKP, ABD’nin desteğiyle içeride ve dışarıda İslam’ı ve Osmanlı mirasını sahiplenerek Sünni İslam ümmetçiliğin bölgede sözcülüğünü üstlenmiştir… AKP iktidarının 3. döneminde Yeni Osmancılık siyasal ve toplumsal hayatın her alanında egemen olmaya başlamıştır. Artık Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıldönümleri kutlanmakta, Osmanlı’dan kalan etnik, kültürel ve dinsel gelenekler kutsanmaktadır. AKP kongrelerinde “Biz Osmanlıyız” marşları söylenmekte, Osmanlıca Arapça’nın yanında okullarda seçmeli ders olarak okutulmakta, İslam’ı ve Osmanlı’yı yücelten filmler, diziler, oyunlar, müzikler TRT ekranlarında boy göstermekte, otomobillerin camlarına, gümüş takılara, işyerlerinin duvarlarına kadar her yere Osmanlı tuğrası resmedilmektedir.
12 Eylül’den sonra Kemalizm yerine Türk-İslam Sentezi’nin resmi ideoloji haline gelmesi “yeni Osmanlıcılık” akımının yolunu açtı. Türk-İslam Sentezi’nin ana çerçevesi, Türklerin öncülüğünde “İslam birliğini kurmak, geliştirmek ve Osmanlı’dan miras olarak bu işlevi devir ve teslim almak, ahlak ve kültür öğelerini, uzun vadeli bir plan içinde din temeline dayalı” olarak biçimlendirilmişti.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden beri Türk-İslam sentezi ve bunun içerisinde de İslam’ın sadece bir kolu Hanefi mezhebi… Onun dışındakileri yok saymış ve insanlara ‘ancak benim size önereceğim din dindir’ baskısı yapmıştır.
Günümüzde hem dini hem de ırki düşünsel sentezin oluşturduğu Türk-İslam ideolojisinin Neo-Osmanlıcı zihniyetin örneğini, Türkiye’de 10 yıldan fazladır iktidar olan AKP hükümeti oluşturmaktadır. TC’nin kuruluşundan 2002′ye kadar sadece etnik Türkçülük ağırlıklı ırkçı bir hegemonya gerçekliği söz konusuydu. Bu hegemonik sürecin soykırım uygulamalarına en fazla maruz kalan bütün Anadolu halklarıdır. Asker-polis sopasına dayalı jakoben rejimi, şimdi yerini Türk-İslam sentezinden oluşan Yeşilci Irkçılığa bıraktı. Yani AKP şahsında hegemonik sistem kendisini yenileyerek çağın koşullarına göre uyarladı. AKP, Türk devletinin kuruluş felsefesinin gereklerinden olan Anadolu ve Trakyada ki etnik temizlik sürecini yeniden canlandırıp sonuca götürme projesini yüklediği misyonla hareket ediyor.
Yeşil Türkçülük ideolojisi, Türkiye’de Türk-İslam sentezi biçiminde kendisini bir formasyona kavuşturdu. Bu örgütleme hızla 60′lı yıllardan sonra kendisini Türkiye’ye taşırarak modernizme karşı mücadele dernekleri biçiminde devlet destekli bir örgütlülüğe kavuşturdu. Gülen cemaatinin liderinin bu derneklerden birinin başı olduğu birçok kesim tarafından da biliniyor. Aynı zamanda bugün TC Başbakanı olan Tayyip Erdoğan’ın aynı anlayışı temsil eden Türk Milli Talebe Birliği geleneğinden geldiği de diğer önemli bir ayrıntıdır. 12 Eylül askeri cuntası da en çok bu Yeşil Türkçü ırkçı ideolojiye yaradı. Bu cemaat tipi örgütlemenin güçlenmesi için devletin tüm imkanları cunta lideri Evren tarafından seferber edildiAKP, Türk-İslam Sentezini seçerken, bu sentezin Avrupa’ da varolan yöneticilerin zaaflarından en iyi faydalanma olanaklarını sağladığını, kendilerini temiz dindarlar olarak lanse eden onbinlerce tarikatçı kadronun, Avrupa kanunlarının en zayıf noktalarına dayanarak kendilerine güç sağlayacağını, Avrupa’nın şimdiki zayıf yöneticilerini din-iman-hümanizma adına ekarte edeceğini, aynen 1200-1450 yıllarındaki katolik ve ortodoks yöneticilerinin durumuna benzer bir duruma yol açacağını iyi biliyorlar. Yığınlarla akın eden müslüman göçmenlerin taşıdıkları yıkıcı fonksiyon ‘din işleri’, insan hakları adı altında kamüfüle edilirerek, ümmet bilinci bu defa da orta Avrupa’ da yayılmanın temel aracı haline getiriliyor. Ms. 1200 yıllarında Katolikler kendi gemileri ile Rumelin’ ne göçmen Müslümanları taşıyorlardı, çünkü o zaman en büyükü rakipleri olan Ortodoksları zayıflatmak istiyorlardı. Vatikan, Osmanlı’ nın Avrupa’ya ayak basmasını sağlayan ilk güç idi. Şimdilerde ise çoğu Avrupa partileri aynen o zamanın Katolikleri gibi, uygarlığı yıkmak için Müslüman göçmenlerin yıkıcı fonksiyonlarından meddet ummaya başladılar.
‘2071 yılı yeni hedefimizdir’ diye bas bas bağıran Recep Erdoğan’ ın, bununlan neyi kastettiği çoğu kişinin gözünden kaçtı.
1071 Anadolu, 2071 Avrupa!
Erdoğan’ın 2071”nin ruhunu anlamak için, Avrupa’lıların fazla kafa yormalarına gerek kalmıyor. Osmanlı’dan neo-Osmanlı’ya, Türkçüsüyle İslâmcısıyla Türk-İslâm sentezi tam tekmil. Ordusuyla, tarikatlarıyla, cemaatleriyle…, liberalleriyle her şey ortada. Her fatih gibi AKP de fütuhatını komuta ettiği kalabalık orduya borçlu. O halde, “komuta”nın nasıl işlediğinin yanısıra, o “kalabalık ordu”nun yapısına ve maddî-manevî teçhizatına yakından bakalım. Elbette vurucu gücünden, akıncılardan başlayarak. Öyle olunca da gelsin hak gaspları, peşkeş, alicengiz ve rant,kara para zaten hep orada. “Her köye cami” kampanyası, ilahiyat seferberliği de bonusu. “Anavatan”da ne yapılıyorsa “gurbet vatan”da da yapılıyor. Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca Sünni Türkler dışında kalan hiçbir unsur için hiçbir zaman güven içerisinde ve kimliğiyle gurur duyacağı bir yurt olamadı. Ama daha da kötüsü; bu sözde tekleştirilmiş yurt, egemenliği başkalarıyla paylaşmama andını her Allah’ın günü tekrar etmenin yenmeye yetmediği bir korku nedeniyle hiçbir zaman gerçek anlamda Türk’ün de yurdu olamadı.
Türkiye halkına ne yapılıyorsa Avrupa halkına da o yapılıcaktır. Giriş, gelişme, sonuç: Fetih, işgal, ilhak…
Tıpkı 1950’lerde Menderes’li Demokrat Parti’nin icad ettiği, sonrasında Millî Görüş’ün devraldığı, şimdi de AKP’nin sahip çıktığı yüz kızartıcı kılıç-kalkan-cihad teorileri neo-Osmanlıya doğru iman köprüsü kuruyor. Avrupa’ya –ve temsil ettiği mihraklara– da âdet olduğu üzere “kahpe” rolü düşüyor. Bütün bunlar olurken “ecdadımız”dan tevarüs ettiğimiz bilinçdışı “sır”lar da ifşa oluyor.
AKP VE AVRUPA
Sokaktaki hızla artan başörtüsü ve islam okulları, kuran kursları, yüksek minareler, politik islam tarafından yönlendirilen kitleye göre, Avrupa kentlerinin sembolik bir işgalidir.
Avrupa şartlarında entegrasyon, her tarafa cami kurmak, kuran kursu açmak, imam göndermek, kadınlara türban-çarşaf giydirmekle olamaz. Avrupa’da din -kültür eğitimi adına tarikatların denetiminde cahil kitleleri kışkırtıp, onları beraber yaşadıkları toplumlara düşman etmek entegrasyon değildir. Bulunduğu, yaşadığı yere ne kadar ters, yabancı, uyumsuz adet ve görenekler varsa, onları oranın halkına karşı birer provakasyon aracı olarak kullanmakla entegre olunamaz. Milyonlarca başörtü ve islam okulları, kuran kursları ve onbinlerce dini militanın oluşturduğu tarikatlar, minareli camiler, neyi amaçlıyor ? Bu, Avrupa insanı için bu bir provakasyondan başka bir şey değildir.
Aile birleşimi, Avrupa açısından bir felaket dalgası olmuştur. Bu yeni göç sosyal anlamda, kadınların birer kağıt parçası olarak kullanılıp, ilkel anlamda, adına evlilik denilerek, kabile dönemine takabül eden aile zorlamaları ve parayla satın alınan kadınların üzerinden yapılan, milyonlarca insanın Avrupa’ ya sokulmasını hedefleyen, iş migrasyonu ile ilişkisi olmayan bir katastrofdan başka bir şey değildir. Bu yeni fenomenle ikinci kuşak veya parazit damatlar sınıfı denilen dejenere tabakanın da Avrupa’da ortaya çıkması bir realite olmuştur. Bundan sonra göçmenlerin entegrasyon meselesi tam bir felaket halini alacaktır. Bir yandan süren göç ve uyumsuz kuşaklar sorunu, diğer yandan da artan işsizlik, Müslüman ülkelerin de bu insanları kendi çıkarları için birer işgalci olarak örgütleme çabaları, yeni bir felaketin ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Bu dönemde, Avrupa görünmez mekânlara çekilmiş olan mescitlerin mekân değiştirmesine ve yeni camilerin yapılmasına sahne oluyor. Damatlar kuşağı, Avrupa! da var olan bütün haklara bedavadan konmuş, hiç bir şekilde, hiç bir hak ve hukuk için bir nebze olsa da çaba göstermemiştir, kandınlar kandırılıp oturumlar alınmış ve sonra da bu kadınlar sokağa atılmıştır. Bugün Berlin şehrinde Türkler arasında ki boşanma sayısının Alman toplumundan daha yüksek oluşu bunun kısa bir özetidir.
Tarikatlarca örgütlenen uyumsuz kitle, hemen kendi kültürünü yaşatmak adına camiler ve Kur’an kurslarının açılmasına başlamış ve kendilerini birer kolonist olarak görmüşlerdir.
Sosyal anlamda geri kalan kitlenin kendilerinin de tam anlamadıkları ‘kimliklerini’ vurgulamaları, minareli cami ve başörtüsü gibi sembollerle görünür hale gelmeleri entegrasyona karşı bir direnişi ve toplumdan yalıtlanmayı ifade etmektedir. Yalıtlanmışlık ve uyumsuzluk göstergesi olan bu semboller, hoşgörü sınırlarını da zorlamaktadır. Bedavadan, akın akın Avrupa ya akan Müslümanlar, Avrupa ülkelerinde kendilerini artık birer kolonist olarak görüyor ve doğal olarak da sosyo-kültürel uyumu red etmektedirler.
ENTEGRASYON MU, YIKIM MI?
Türkiye'de yine her zamanki milliyetçi, ırkçı fanatik yolu seçin ve aynı anda da Avrupa topluluğuna girmek istiyorum deyin!.
Normal toplum ile çelişen standartlar ve değerler, düşmanca bir siyasi ideoloji ile entegrasyon mümkün değildir, başka bir ülkeyle de birleşme olamaz.
Müslüman lider Erdoğan, Avrupa'ya akınlar düzenlemiş, yakmış yıkmış ne kadar kriminal osmanlı lideri varsa onunla gurur duyduğunu söylüyor. İstanbul'un işgali ve uygarlığın çöküşünü de bayramla kutluyor! Bizans'a saldırıp, Anadolu'yu işgal eden ne kadar cani varsa hepsine sahip çıkıp onların yolundan gidiyorum deyip, arkasından da beni mutlaka Avrupa' ya alın, yoksa görürüsünüz diye tehditler savurmaktanda geri kalmıyor!.
Erdoğan, son AKP kongresinde:"....1071 oldu ve şimdi sırada 2071 var ' diyerek Avrupa' yı açıkça tehdit etti. 1071 öncesi göçmenlik sorunları Bizans İmparatorluğu' na yönelik idi şimdi aynı şey Avrupa'ya karşı bir silah olarak kullanılacaktır. Türkler, Bizans sınırlarını savaşla geçmeden 150 yıl öncesinden beri göçebelik yoluyla aşıyorlardı, İslam dinine geçmiş göçmenler akınlarla içeri dalıyor ve ülkenin korkunç bir şekilde kanunsuzluk, şiddet ve aşırı tehdit ortamına sokulmasını sağlıyorlardı ve zaman içinde zayıflatıyorlardı. Bu bozuklukta Kilicarslan olarak tanına Selcuklu lider' e de son darbeyi vurmak kalmıştı. O zamanın uygarlığı, sonunda 1071 yılında ağır bir darbe yedi ve çöküşün içine düştü.
Şimdi de, o dönemi açıkça örnek gösteren AKP liderleri, 2071 diyerek Avrupa'yı hedef göstermeye başladılar. TC, ' Avrupa'nın Türk toplulukları' adı altında, rejime yamanmış, Türkiye' den yönetilen koloniler kurmaya karar verdi. AKP liderliğinde, Avrupa'ya sokulan kitlenin yaklaşıkk %90 u, yeni osmanlı hayalleri ile kışkırtılıp tarikat ve ocaklarlın denetiminde, siyasi ve dini gruplar şeklinde, 'dış Türkler', beşinci kol' gibi adlandırmalarla ırkçı- milliyetçi-dini hedefler gösterilerek örgütlenmeye başlandı. Şemsiye kuruluşlar: "Türk-İslam sentezi ile; Avrupa' yı fethedecek Türkler, 2071 de Avrupa' yı müslüman yapacak savaşçılar ", diye, Osmanlı'yı canlandırmanın yeni kurbanları olarak seçildi.
Soydaşlarımızın ve dindaşlarımızın kültürlerini, tarih bilinçlerini, kimliklerini geliştirmeleri ve korumaları konusunda Türkiye her türlü desteği vermektedir, vermeye de devam edecektir. Bunun yanı sıra bütün Avrupalılar bilmelidir ki, ırkdaşlarımız herhangi bir sıkıntıyla karşı karşıya kaldığında yardımlarına koşacağız,' Türkiye cumhuriyeti arkanızdadır....' diye bas bas bağıranlar, neden bu insanları vatanlarından kopararak Avrupa' ya sürdüklerini de açıkça söylemelidirler.
'Biz Avrupa Birliği üyeliğini istiyoruz, fakat Avrupa Birliği bizim değerimizi bilmezse Türkiye Cumhuriyeti Avrupa' da yaşayan bütün soydaşlarının yardımına gelecektir. (AKP- Ömer çelik.) Bu sebeple dindaşlarımız ve soydaşlarımız için Türkiye Cumhuriyeti anavatandır.' Bu kadar adi bir politika olamaz! 15 milyona yakın bir kitleyi yaşadıkları topraklardan kopararak başka ülkelere sürecek, arkasından da onlar üzerinde komplolar, projeler kuracak, kendi politik hedeflerine ulaşmaya çalışacaksın. Türkiye’nin saldırgan dış siyasetine, kendi jeostratejik çıkarlarını Avrupa'ya dayatan, yayılmacı ve savaşçı bir güç. Ancak böylece, dayatılan ikilem (tam üyelik ya da içerdekileri kullanmak) dincilerin yayılma hedeflerini teşhir edebilir, veya yaratılmaya çalışılan şoven iklim Avrupa'daki Türkleri dağıtabilir.
AB liderleri ise ultimatomlarla karşı karşıya kalınca, kendilerince doğurdukları bu akıllı, modern, ılımlı İslamcılar karşısında tamamen şaşırdılar. Türkiye’nin Avrupa’ya entegrasyonu için, AB‘ne üyeliği için, ilk etapta Avrupa ülkelerinde 40-50 yıldan beri yaşayanların entegrasyonu zorunludur. Tersi mümkün değildir. Yani Avrupa içinde bağımsız adacıklar yaratarak, kapalı alanlarla, uzaktan da iyice palazlanan dinci bir rejimi davet etmek, entegrasyon değil, yıkım sürecine girmektir.
Entegrasyon uluslararası ilişkilerde aralarında karşılıklı bağımlılık bulnan birimlerin ayrıyken sahip olamadıkları özellikleri biraraya gelip elde etme girişimidir, entegrasyonun amaçları,barışı korumak, daha büyük kapasitelere ulaşamak, belli spesifik görevler üstlenmek-ve yeni bir kimlik kazanmaktır. Ama şimdi olan bunun tam tersidir. Eğitimsiz cahil kesimlerinin Avrupa’ya sokularak, Avrupa’ da yabani-ilkel bir imajın yaratılması, Türkiye’nin AB’ ye üyeliğinin önünden en büyük engellerden biri haline gelmiştir.
Türkiye’nin AB’ ne katılımının önünden en büyük engel, sadece Türkiye’de ki AKP rejimi ve askeri kanatların takip ettikleri anti-Avrupai politika değil, aynı zamanda onların uzantısı olarak örgütlenen tarikatlar tarafından kontrol edilen göçmenlerin yarattığı ortamdır. Avrupa’nın muhtelif kentlerindeki ortaya çıkan görüntü ve oluşum tam manasıyla bir rezalettir…Aşiret -kabile aşamasına saplanıp kalmış milyonlarca insan zihinsel gettolaşmanın bir sonucu olarak Avrupa’daki hiç bir toplumla kaynaşamıyor. Gece gündüz Türküm- Müslümanım demekten başka bir şey bilmeyen kör cahiller, gelişen ve değişen şartlara uyum gösterememe ve fikri olarak gelişip değişememeye bağlı devam eden bu sorun olarak büyüyorlar. Tarikatlar tarafından kışkırtılan cahil yığınlar sosyal ve siyasal gelişimini bir adım bile ileri götürememiş ve gettolaşmayı bir norm haline getirmişlerdir. Mahalleler, kahvehaneler,dinci-ırki cami-dernek-vakıf ve cemiyetler Müslüman ülkelerden aldıkları desteklerle bu zihinsel gettolaşmayı gerçekleştirmektedirler. İsviçre’nin Basel kentini alırsak, burada tam 26 İslamci ırkçı tarikat faaliyet gösteriyor. Bunlar buraya tesadüfen gelmiş her insanın başına çullanıp onu kafa kola almaya çalışıyor, kısacası onun İsviçre hakkında tarafsız bilgi ve algılama olanaklarını tamamıyla sıfıra indiriyorlar. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde bu tür ilkel göçmenlerin tavırları ve bunun entegrasyon sürecindeki rolü tamamıyla fataldır.
Dünyanın en geri tarikatlarının destekçisi olan hükümetler ise, Turkiye’nin AB’ne uye olabilmesi icin gerekli bir dizi siyasi, ekonomik ve kulturel reformlar yapma yerine, cahil kitlelerden umut beklermişçesine, bunların hiçbirini gercekleştirememiş, aksine zaman kazanarak Avrupanın iyi olan adet ve örflerini de yok etmeye çalışmaktadırlar.
Turgut Özal 1980 lerde: ‘Biz Avrupadaki nüfusumuza güveniyoruz, diğer şeyler bizim için arka planda gelir….’, diyordu
Erbakan ise: ‘ Avrupayı içerden Müslüman ve Türkleştireceğiz…’
Erdoğan ise: ‘.. Minareler gelecekte Avrupa’nın her sokağını süsleyecektir…’ Aynı Erdoğan: …’ ..minareler bizim füzelerimizdir demekten de geri kalmadı.
Bu kafalarca Avrupaya sürülen milyonlarca Türkün Avrupa’daki varlığı da bu anlamda yeni bir boyut kazanmaktadır. Osmanlıcı AKP – Milli görüş- Nurcu- Süleymancı- Nakşibendici- Fetullahçı örgütlerin kontrolundaki yığınların Avrupa’ya entegrasyonu değil, tehlike halini almış varlıkları sözkonusudur. AKP’ nin asker sivil diktası, gelinen noktada yeni planlarla meşgul. Dejenere olmuş kriminal, kimliksiz kara cahil kitlenin Avrupa topraklarına nasıl sokulacağının planları AKP için artık tek opsiyon. Kanuni’den beri gerçekleşememiş hayaller şimdi gerçekleşebilir! İslamist AKP çeteleri bar bar bağırıyor: ”….Avrupa nüfüsu giderek hızla azalıyor, bunun karşısında müslüman nüfüsu ile hazır duruma geçmeli ve ‘allah,’allah’ naralarıyla AB’ ye girmeliyiz!. Osmanlı padişahlığının modern bir şekli olması düşünülen başkanlık sistemine özenen Erdoğan ise kadınlara en az 5 çocuk yapın demeye hazırlanıyor.!
Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey
Esin Duran, N. Gök,
Sezer Aşkın,
Melahat Baykara,
Uğur Demir
Bedri Engin,
Selma Altuntaş,
Filiz Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman Bahar
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Musa Tekin
Aslı Birdal
Aslı Birdal
Nazmi Doğan
http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi
http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi
Bayram ve doğayı tekbir ruhuyla imha etmek!
"Bayram" adına her taraf kan gölüne döndü
Ellerine bıçakları alanlar hayvanlara acımasız bir şekilde "allah" diye bağırarak saldırıyorlar: kellelerin havada uçtuğu, boyunların kesildiği, istanbul boğazının bile kırmızı aktığı bu vahşet senaryosuna bayram demek barbarlıktır, vahşettir!
Vahşettir, çünkü halka açık alanda, kandırılmış, beyinleri yıkanmış cahil halkın yaptığı kanlı senaryo, bayram değil, hayvansal duygularını tatmin için yaptıkları bir şiddet uygulama eylemidir, işte bu en büyük vahşettir. Müslümanların bu bayramı, milyonlarca hayvanın çoluk çocuğun gözü önünde, barbar kişilerce, ortalığı kan gölüne döndürerek, hem kendilerine hemde hayvanlara eziyet ederek yapıtıkları piskolojik savaş tatbikatından başka bir şey değildir.
2 günün bilançosu: 3500'ün üzerinde yaralı
Türkiye, her Kurban Bayramı’nda olduğu gibi bu yıl da galeyana getirilmiş kendilerini en iyi Müslüman kabul ettirme hesabında ki hipokrit kasap kitlenin hastanelere akın edişine sahne oldu. Bayramın ilk günü, ülke genelinde kendisini yaralayarak hastaneye koşan insan sayısı sürekli artıyor. Kocaeli'nde bir vatandaşın parmağı koptu. Adapazarı'nda bir kurban fosseptik çukuruna düşerken, Rize’de ise sahibinden kaçan boğa dört saatlik kovalamacanın sonunda denize atladı... "
Bayram ve doğayı tekbir ruhuyla imha etmek!Kanı, öldürmeyi kutsayan bir bayram, bayram olamaz!"Kurban" ve "Bayram" kavramlarının birlikteliği ilkel kabile dönemlerinden kalan bir mirastır. Kurban Bayramı diye koyun resmi gösterip, üzerine "kurban ibadettir" yazmak, bunu devlet desteğinde olağanüsütü derecede abartarak, uzun tatil adı altında, çığ gibi büyüyen şizofren 'kutlayıcı' kitlenin daha çok hayvanın canına kıymalarını sağlamak, eko sistemin dinamitlenmesi demektir. 1920- 1930'larda Türkiye nüfusu 10 milyonlardaydı, 1927'de yapılan bir sayıma göre Türkiye'nin nüfusu 13.648.000 olarak saptanmıştı. O dönemde kesilen hayvan sayısı da onbinleri geçmiyordu, şimdilerde din iman adına kimlik bunalımına sürüklenen 75 milyon insanın 'bayram kutlama' adı altında bir günde kestiği hayvan sayısı ise milyonları geçiyor.Ramazan ve Kurban bayramlarına tekbirli savaş naraları ile giren beyni yıkanmış milyonlarca insan neden bu kadar çok hayvanın canına kıydığını bile bilmez! Müslümanların çoğu henüz cehalet dönemini yaşıyor:gözü dönen, ağzında salyalarla nârâlar atan Islamistlerin Ramazan bayramında yaptıklarına bir bakalım: Ilımlı İslamist diye ortaya sürülen post modern Osmanlıcı, devşirme sömürge valilerinin himayesinde sağ ve soldan toplatılan Akıncı ve Mücahitlerden oluşturulan, Batı ve petro-dolar Şeyhleri tarafından para, silah ve en modern komünikasyon araçlarıyla donatılan Özgür Suriye Ordusu ramazan da El Babe kasabasında Postahane’yi basarak görevlileri teslim alıyor, yüksek bir binanın üstüne çıkararak islam adetlerine göre başlarını keserek infaz ediyor ve aşağıda toplanan kalabağın Tekbir ve Allahuekber nidaları eşliğinde teker teker aşağı atıyorlar. Kalabalık çılgınca kendinden geçiyor.
Bu vahşeti yapanlar, bu barbarlığa imza atanlar, kendilerine aynen AKP liler gibi ılımlı müslüman diye lanse ediyorlar. Tayip Erdoğan, Esad'ın bombalamalarına karşı cihad açarken, Türkiyede ki köy bombalamalarından da kendisinin sorumlu olduğunu es geçiyor! Halkı kurban koyun gören R. T. Erdoğan, göz göre göre kitlesel yerlere bomba koyan MİT elemanlarından haberi yokmuş gibi davranıyor, ama kendi kişisel çıkarı için ' .... Hakan Fidan'ı yedirtmem', derken sanki hayvanat bahçesindeymiş gibi bir tavır takınıyor! MİT tarafından İstanbul alanında öldürülen masum insan sayıs az değil. Bunlardan tabii ki başbakan sorumlu. Almanya'da döner cinayetlerinde gizli servise bağlı bir muhbir var diye içişleri bakanlığı nerdeyse tümden değişti. Gizli sevisin başı hemen istifa etti. Sanki bir hayvanı diğerine karşı koruyormuş gibi konuşan TC başbakanı ise, bu tavırla, 75 milyonun hayvanat bahçesi müdürü imiş gibi davranıyor. Çete yöneten eşkiyalar gibi, 'ulan onu ben sana yedirmem....', diyen kabadayılardan başbakan olunduğu bir ülkede, ekranlara, çocukları öldürülmüş kadınları getirerek kendilerini maskeleyen, ipleri başkalarının elinde olan, bakan ve diğer yöneticilerden istifa beklemek abes olacaktır.. Cephanelik patladı çok ölü ve yaralı var, ama hiç bir bakan istifa etmiyor, nerdeyse bütün suç bir kaç çavuşa yüklenecek. İsviçre'de olsaydı savunma bakanı ve bir kaç general hemen istifa ederdi. Şimdi R. T Erdoğan Müslümanların liderliğine oynuyor, peki dünyanın en kötü diktatörlüğü olan Suudi Arabistan ne olacak? Suudiler Bahreyn deki göstericileri bombaladıkları zaman neredeydi AKP nin ılımlı demokrat Müslümanları? Kendi halkını bombalayan imamın ordusu bu eşkiyaları eğitmeye örgütlemeye hız veriyor. Belli ki Suudilerce pompalanan dolarlar takkiye yapan binlerce Türk subayını, Erdoğan'ın milisleri haline getirdi. Yeniçeri ağası kazan kaldırmıyor, kahraman mehmetçik şimdi de akıncı mücahit oldu! Katiller de oruçlu, katledilenler de.
Şimdi aynı katiller sürüsü Kurban bayramı naraları atıyorlar: bu kitlesel kasaplık büyük kentlerde m.ö 3 000 yıllarına benzemiyor, görüntüler eski çağlardan daha geri gidiyor. 5 000 sene önceleri, insanlar bu adak olayını gayet terbiyelice yapıyorlardı. Şimdi ise öyle sahneler TV ekranlarında yansıyor ki şaşmamak mümkün değil, sokaklarda akan kanlar, kaçan danalar, koçlar ve kendini yaralayan bir sürü acemi kasap binlerce yıl öncesinden de geriye gidiyor.
Hele elde satır, bıçak, özellikle çocukların psikolojisini bozan görüntüler uzmanların görüşüne göre de hiç de iç açıcı ve olumlu değil. Bu tür sahneleri küçük yaştan beri kutsallık diye algılayan küçük çocuklar birer ruh hastası olarak büyüyor ve sonradan işkence yapan, kafa kesen birer cani olup çıkıyorlar. Türkiyede ki çete kültürü, gençlerin çoğunluğunun mafia hayranlığından kopamaması, canlı katletmeye duyulan hayranlığın dünya geneline göre yüksek oluşunda bu faktör önemli bir rol oynamaktadır.
Cahil kitle, okulları da tatil ederek bayram kutlama adına, bilinçlice tüm çocukları bu kasaplık ortamına zorla getiriyor ve onları yüzlerine kanlar fışkırtıyor. AKP yönetimince daha da uzatılan bu vahşet bayramı, zavallı çocukların beyinlerinin yıkanması için daha büyük bir fırsat oluyor. Hayvanı keserken ona gel bak deden koyunu kesecek şimdi büyünce sende kesicen denilerek çocukların kasap ruhlu yetişmelerinin temelleri atılıyor. O kadar mı bu etki hep sürecek yaşamlarında. Onlar büyünce kendilerini baş kesen birer malkoçoğlu, yeniçeri, Avrupayı fethedecek akıncılar olarak görecek ve masum insanların canlarına da acımasızca kıyacaklardır.
Milyonlarca hayvanı bir kaç gün içinde vahşice yokeden, tüm bir kültürü, türban, çarşaf, yüksek cami minaresi, namaz, ramazan, sünnet ve 'kurban kesme' ile betonlaştıran Türkiye'deki post modern Türk İslam sentezi, özünde bir kültürsüzleşme, bir sanatsızlaşma, bir felsefesizleşme/fikirsizleşme, vasatlaşma (ve odunlaşma!) demektir. Kasaplık bayramının 6 güne uzatılması, her kişiye bir imam sloganın atılması, geleceğin karanlıklarını şimdiden haber veriyor. Her evin etrafi cami ile doluyor, imamlar ordusunun devasa propogandası altında kalan yeni nesiller birer ruh hastası olarak büyüyor. Tekbir ve Allahuekber nidaları her geçen gün artan cami sayısı nedeniyle çekilemez hale geliyor. Piskolojik işkence derecesini alan imam haykırışları sistemsiz olarak birbirine karışıyor ve sanki Anadolu yeni işgal edilmiş de kafirlerlerin Müslümanlaştırılması yeni başlamış intibasını veriyor. Arapça ezan okuma adına diğer insanları anormal derecede rahatsız eden imam_hacı hoca takımında birazcık aile terbiyesi olsaydı, bu yaptıklarının inanç ve tanrı ile bir alakasının olmadığını, sadece petrol şehlerinin yayılmacı hedefleri için piskolojik savaşa katkıda bulunduklarını itiraf edip, ibadetlerini terbiyelice ve kimseyi rahatsız etmeden yaparlardı. Bu memleketin hepsi kökten Müslüman olmuşsa bu kadar velveleye ne gerek var? İşte Müslümanların kendilerini büyük zarar verdikleri noktalardan biride budur. Bu kadar gürültü va patırdının tanrı ile alakası nedir? Minarelerden bir anda fışkıran binlerce Arapça haykırış, sistemli komünükasyon yapan hayvan hortlamaları derecesinde bile değildir, bu galeyancı hortlama o mahallede oturan bütün insanlara karşı en büyük saygısızlıktır. Türkiye'nin siyasi haritasında, bir moloch (çürümüş dev) olan ve sadece rant ve cihad (savaş) ile ayakta durabilen AKP, eski göçebe kültürünü İslam'a entegre etmeye hız veriyor. AKP İslamiyeti hoşgörüsüz, lanet, kötücül, dogmatik ve siyasi birşey olarak uygulamada Osmanlı kafasını örnek almaya devam ediyor. Anadolu insanlarının ruhunun/kültürünün/uygarlığının Kur'an kursuna indirgenmesi, kadınların çamaşırlarına, din-ahlak adına, sağlığı bozacak derecede müdahale edilmesi, tek tip islamist insan tipinin hortlatılması, kültür fakümü yaratmaktan başka bir şey değildir. Boşluğun bu kadarı klinik bir vak'adır ve bu çevrenin kültürel boşluğunun neden uzaydan daha boş olduğuyla da kimse cidden ilgilenmemiştir...Kurban Bayramına hayır!
''Kurban bayramı'', toplumları şiddete yöneltmektedir. Öldürmeye, kesmeye, kan akıtmaya vicdanı rahatlıkla elveren insanlar, öldürmeyi kanıksamış insanlar, savaşların terörün, cinayetlerin de başlıca sorumluları oluyorlar. Kasaplar bayraminda hayvanları boğazlayanlar, ölümü öldürmeyi kanıksamış insanlar başka insanları da rahatlıkla öldürebiliyor. Ölüdürmenin, can almanın, kan akıtmanın, işkencenin, normal ve olağan sıradan bir şeymiş gibi gösterilmesine karşı çıkıyoruz.
Bir canlıyı öldürüp, parçalamaya alıştırılmış bir çocuğun, gelecekte kendi türünün de katili olabileceği şüphesizdir. Vahşeti durdurmak, kanlı insan tarihinden miras kalmış alışkanlıklarımızdan vazgeçmek, içinde yaşadığımız doğaya ve canlılarına birer düşman olarak bakmamak, doğanın efendisi değil bir parçası olduğumuzu kabul etmek varoluşumuzun devamı için elzem bir zorunluluktur.Ucunda cahillerin, hışmına uğrayıp “din adına kurban edilmekte” olsa, doğru bildiği, bulduğunu söylemek her insanın hakkı ve bir insanlık görevidir. Biz birimize bir adakta bulunuyorsak, bilgi yolumuz, sevgi dinimiz, bilim ve sevgi ile ilgili her türlü adakta bulunalım. En büyük hayır kişinin kazancına göre vergi vermesidir. Bunun dışında açık yapılan her hayır, sadaka vs. aslında gösteriş içindir ve onur kırıcıdır. Sen fakirsin, ben sana yardım edeyim, açsın al karnını doyur demekten, insanları dilencileştirmekten daha büyük insan onurunu kırıcı bir şey olamaz. Devletin beş bakanlığın bütçesinden büyük bütçesi olan Diyaneti varmış. Onun yerine bir Bilim-Sevgi bakanlığı olsa dinli, dinsiz herkes o devlete Kurban olurdu.Her yıl milyonlarca hayvan akıl almaz yöntemlerle öldürülmektedir. Kurban bayramı geldi diye, eline bıçak alan kelle götürüyor. En kötüsü bu anlayış yaşamın her alanına yayılıyor. Türkiye yeni bir ekolojik facianın eşiğinde: bir zamanlar hayvancılık alanında bölgenin lideri olan ülke, şimdi komşu ülkelerden tüketilecek hayvan ithal etmeye başladı. Bu yetmiyormuş gibi bunun dışında her vesilede ormanlar yakılıyor, bombalanıyor ve hayvancılık yapan köylüler vatanlarından sökülerek tabiatın önemli bir denge faktörü de böylece ‘kurban’ ediliyor. Yazık değimli bu boşa dökülen kana, insanların emeğine!
Kurban ve bayram sözcüklerinin yanayana kullanılması bile şizofrenik bir durum. Yasklaşık 5 000 yıl önce başladı diye sonsuza kadar bunu yapacak değiliz, medeniyetimiz artık bu vahşeti kaldıramayacak kadar ilerledi. "Kurban kesme" eylemi, İslam Dini'nin doğuşundan çok önceki çağlara kadar uzanır. Çok eski tabiat dinleri ile Mezopotamya, Anadolu, Mısır dinlerinde yılın belli aylarında dinî törenlerle kurban sunma, bayram yapma geleneği vardır. Kurban diye can almak daha sonraları islamın da temel bir faktörü olmuştur. İnsanların uydurduğu çeşitli sapkın inanç ve kültlerde tapındıkları için kestikleri hayvanlara "kurban" demişlerdir. Böyle inançlara sahip insanlar, eski çağlarda din için hayvanların yanı sıra insanları, çocukları da kurban etmişlerdir. Günümüzde ise; bâzı iptidaî kabilelerde aynı vahşet ve çılgınlığa rastlanmaktadır. Müslümanlar ise bu çılgınlığı en yüksek dereceye vardırmışlardır. Zaten İslam insanlık tarihinin ne kadar kötü alışkanlıkları varsa onların ultime bir sentezinden başka bir şey değildir.Müslümanlar, dinlerinin insanları nasıl işkenceci tipi sapık, kaba, seksist, küfürbaz, parazit haline getirdiğini anlayıp bununla hesaplaşmak zorundadırlar.Eski çağlarda yeryüzünde bu kadar insan yoktu, dolayısıyla öldürülen hayvanlar da göreceli olarak azdı. Hitit, Grek, Roma, Pers, Sumer ve Troye dönemlerinde, tanrılara adak adına, yılda kesilen hayvan sayısı bir kaç bini geçmiyordu. Ama şimdilerde, kurban bayramının daha ilk gününde milyonlarca hayvan katledilmektedir. 2011 yılının ilk 3 günlük kasaplık eyleminde kesilen toplam hayvan sayısı 174 milyon ve bu sadece sayılanı,birde dağda taşta kesilip de sayılmayan milyonlar var. Bu yaşananlardan rahatsız olmak için vejetaryen olmanız şart değil. Ufacık çocukların alınlarına birer kan damlası kondurularak bu vahşetin kutsanmasından rahatsız olmayanlar başı dönmüş cellatlardır.
Kanlı bayram tutmuyoruz.Sevgi ve SaygılarlaEntegrasyon Komitesi İsviçre- VeveyEsin Duran, N. Gök,Sezer Aşkın,Melahat Baykara,Uğur DemirBedri Engin,Selma Altuntaş,Filiz Serin,Vedat Koçak,Salih Birdal,Mustafa Gur,Hasan ZaferBahar ÜnsalOsman BaharAyse baharMetin MaslakH. MaslakDilek Solakzeynep içkayaSevda maslakSercan Gezmişİpek DoğanNazım DoğanMurat Doğanesin erkanBeyhan erdemn. erdemİsmail DenizAyten BARAKUgur BirdalAhmet TanYıldırım KongarSelma KongarBirol AytekinHatice GülIbrahim ErkinKemal erdemRıza AkdemirMehmet CoskunHüseyin demirfethi killiYeliz EnderMustafa EnderUgur BasakKemal DektaşAyten IlkdalNuri AktanırMetin KocSevgi EnderBurcu KanterAysel kanterErol kanterLayla SOLGUNOrkun KeskinT. VuralOğuz şenNur ŞenIsmail çaykara
http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi
Hatice Kizilyildiz
19:15
KURBAN BAYRAMI? İnsan olan insanın eğer birazcık vicdanı sızlıyorsa, şöyle bir oturup düşünür. Bu ne biçim bir kurban bayramı diye. Bu canlılara işkence ederek , her tarafı hemde çocukların gözleri önünde kan gölüne çevirerek bayram olurmu diye? Bu canlılar ister insan olsun isterse hayvan. Allah'a bu şekilde sevap işlemek ,? gerçekten insan olan ıinsanın dimağı duruyor bu ne biçim bir sevap? Vahşice eziyet ederek allahın gözüne girmeye çalışmak . 21. asırda bu ne biçim bir zihniyet? Millet aya çıkmış ayda izin yaparken bizim kendilerine müslüman diyenlerin orta doğudaki yaşamları yürekler acısı.Adam gırtlağına kadar borç içinde ama haca gidiyor binlerce euro'yu borç alıp arabın fakiri olsa yüreğim yanmayacak şıhlarına yediriyorlar. Kendi çevresindeki aç. susuz okula giden binlerce çocukları görmemezlikten gelerek.Eğer bu çocuklara yardım etseler kimse görmüyecek ama bu şekilde bazılarıda iki kuşu birden vuruyor. 1. hacdan çok güzel karlarla dönüp bire aldığını ikiye satıyor, ikincisi ise, hacı emmim yalan söylemez oluyor, ikiye aldığını dörde satıyor. İşte size kar dostlar. Bunca karlar dururken fakir onun neyine? Bizim borç alıp gidense eller bana hacı desin diye işte o da hapı yutuyor! Olanda işte bu zavallıya oluyor. Nerde ise bir sene hacı borcu ödüyor faiziyle. .Hiç kimsenin dini inancına saygısızlık yapmak değil maksatım ama yapılan bir kıyımada sessiz kalmak beni rahatsız ettiği için bu katliama ve ilkelliğe şiddetle karşı olduğumuda söylemek istiyorum. Yazık o savunmasız canlılara.
Artık bu katliama sessiz kalmayalım. Hayvan hakları savunucuları çekinmeden sesini yükseltmeli. Çoğunluk inanıyor diye sessiz kalmak ve ya pasif davranmak bu katliama ortak olmak demektir!!!
Subscribe to:
Posts (Atom)